Başarısında ‘özgür ruhu’ var

Röportaj: Hatice Ünal Bilen

Fotoğraflar: Hakkı Günerkan

 “Turizmde saat hesabı yaparsanız başarısız olursunuz. İşinizi son ana kadar sahiplenin ki, işiniz de sizi sahiplensin.”

 Hayali “Güzel Sanatlar” okumaktı. Belki idealleri gibi “güzel sanatları” tek bir kalemde okuyamadı ama tozpembe kariyer çizdiği otelcilikte hep “güzellikler” ve “sanatla” iç içe oldu… İsviçre-Türkiye-Amerika döngüsünde dünyanın en iyi otel zincirlerinde çalıştı; bir imkansızı başararak Çırağan Sarayı’na birkaç kez çalıştı… Kapılar ona hep sonuna kadar açıktı; bir anda anlık kararlar alıp, ülke değiştirse bile… O ki, anlık kararlarla girdiği yeni dünyalarından hep tazelenerek ve yenilenerek çıktı ve tabii ki yolu hep risk, cesaret ve başarıdan geçerek…

Martı İstanbul Hotel Genel Müdürü Feyza Yücefer, son üç aydır İstanbul’un en iddialı “sanat otelinde” yeni hayallerini insan, hizmet ve memnuniyet üçlüsüyle perçinliyor.

Bu samimi söyleşimizde…

7

 

Feyza Hanım, turizmde yolculuğunuz ilk nasıl başladı, anlatır mısınız?

İstanbul’da İngilizce tedrisatlı özel bir lisede okudum. Konusu matematikti. O zamanlar kafamda hiçbir şekilde turizm yoktu. Daha çok Güzel Sanatlar okumak istiyordum. Resim yapmayı çok seviyordum. Hatta sınavlar için başvurularımı da yapmıştım. Ama daha sonra ailem, “Senin için yurt dışını düşünüyoruz. Sen ne okumak istiyorsan orada bir bölüm seç” dediklerinde kendimi İsviçre’de ve otelciliğin içinde buldum.

Biliyorsunuz, İsviçre, turizm alanında dünyanın önde gelen ülkelerinden bir tanesi. Otelcilik konusunda eğitim alabileceğiniz güçlü bir referansı var. Aile dostlarımızın tavsiyeleri de bu yönde olunca öncelikle lisede almış olduğum dil eğitimini geliştirmek için İngiltere’ye gittim; Cambridge Üniversitesi’nin birkaç aylık dil programına katıldım. Daha sonra İsviçre’de bana her dönem ayrı bir ülkede okuma imkanı sağlayabilen bir Amerikan üniversitesine gidip Otel İşletmeciliği okudum. Bana bu mesleği sevdiren okulum yani merkezi Amerika olan Schiller International University olmuştur. Açıkçası, daha ilk sömestrde inanılmaz keyif aldım ve doğru seçim yaptığımı düşünüyorum.

İsviçre’de öğrenim görürken otelciliği kafanızda nasıl şekillendirip, yön verdiniz?

İyi bir eğitim alıyorduk; otelcilikle alakalı aklınıza gelebilecek her birimi uygulamalı olarak gördük. Bununla beraber genel kültürle ilgili dersler de aldık. Benimkisi bir uygulama oteliydi. Bir servis elemanı olarak da çalıştım, servis şefi, housekeeping elemanı, barmaid olarak da… Zaman zaman mutfağa, hatta pastaneye kadar girdim. Oda temizledim, gömlek ütüledim…

Yine o aralıkta başarılı öğrencilere çalışma imkanı sunulan Leading Hotels of the World üyesi otellerde hafta sonları staja gittim. Çok hoşuma gitmişti. Hatta o dönem bazı burs olanaklarım da doğdu. Ama eğitimi hayatıma daha yüksek derecelere uzatmak yerine ben seçimimi okul bittikten sonra çalışmaktan yana kullandım.

“Teoriyi bitirdim, tamamen uygulamaya başladım” diyorsunuz. Çalışma hayatını seçerken temel dayanağınız ne oldu?

İsviçre’yi bitirdikten sonra idealim Amerika’da eğitimime devam etmekti. Ancak benim okulumda yüzde 80 oranında yabancı öğrenciler okuyordu ve onların birçoğu ülkesine dönüp çalışma hayatına başlamışlardı. Dolayısıyla ben de ülkeme döndüm. Çırağan Sarayı’nda santralde çalışmaya başladım.

Hiç unutmadığım bir deneyimdir o, şöyle anlatayım… O zamanlar İstanbul’da iki ya da üç otel vardı. Çırağan Sarayı bunlardan en önemlisiydi. Sırf Çırağan’a girmek için en az beş tane yöneticiyle görüşmüştüm, en son genel müdürle de mülakat yapacağımı söylediler.

Hiç unutmuyorum, genel müdür Alman’dı. Yanına gittiğimde bana “Şu an çok sinir oldun değil mi? Ben alt tarafı bir santralde çalışacağım, kaç kişiyle görüşüyorum, bana niye böyle bir muamele yapıyorlar diye” dedi. Daha gencim tabii, “Evet, sinir oldum” dedim. “Sen ileride iyi bir yönetici olmak istiyor musun ?” diye sordu bana. “Tabii ki” dediğimde “O zaman en alttan başlayacaksın, personelinin ne yaptığını bilmek için kademe kademe yükseleceksin ki, ileride güçlü bir yönetici olacaksın. Birisi sana olur ya da olmaz dediğinde, onun olup olmayacağını kendi tecrübelerinle bilmen gerekiyor, buna katılıyor musun ?” dedi. “Evet” dedim. “Hadi yarın aşağıda görüşürüz” dedi. Mülakatımızın hepsi bu kadardı.

3

Alman müdür sizde nasıl bir ışık görmüş olmalı?

Tabii daha gencim, istekliyim, hevesliyim, iyi bir eğitim almışım. Bende o an ışığı, şevki, isteği gördü diye düşünüyorum. Keza ben Çırağan Sarayı’nda ayrı zamanlarda birkaç kez çalıştım. Kaldı ki Çırağan’a kolay kolay herkesi tekrar almıyorlardı o zamanlar.

Hatta şöyle anlatayım, ben Çırağan Sarayı’ndan Swissotel the Bosphorus’a önbüro elemanı olarak geçtim. Devamında rezervasyon ve aktif rezervasyon satış yetkililiği geldi. Fakat daha sonra Çırağan’ın satış biriminde bir pozisyon doğdu. Otele geri dönmek istediğimde bana Çırağan’dan ayrılanları geri almadıklarını, o zamanki Satış & Pazarlama Direktörünün beni ekibine dahil etmek istediğini ancak genel müdürün onayının gerektiğini söylediler.

Ben ayrılalı 2-3 yıl olmuştu. Ne büyük bir talihtir ki, yine aynı genel müdüre denk geldim. Beni hatırlasın diye kapısında özgeçmişimle beklerken asistanı gelip “Size bahsettiğimiz tekrar buraya dönecek olan personel” dediğinde, Bay Peter Tischmann “Welcome back-, Evine tekrar Hoş Geldin” dedi, benimle hiç görüşmedi bile. O da çok güzel bir deneyimdi, üç yıl boyunca satışın farklı bölümlerinde çalıştım.

“AKLIMA ESTİ, HAYALİMİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN BİR ANDA DÜZENİMİ BOZDUM”

Tabii bu arada okul dönemimde başlayan, içimde bitmek bilmeyen bir Amerika arzusu vardı ve ona engel olamıyordum. Birgün aklıma esti, ben gidiyorum dedim. Hatta veda partimde herkes Amerika’da hangi otele gittiğimi sordu. Henüz iş bulmadan ve oturma iznim olmadan New York’a gittiğimi duyunca beni hayretle karşıladılar.

Deli misin işin yok, çalışma iznin yok, Çırağan gibi bir yerdeki işini bırakıp maceraya gidiyorsun dediler. Hakikaten o dönem Manhattan’da Waldorf Astoria gibi çok iyi oteller ve pozisyonlar karşıma çıktı. Fakat çalışma iznim olmadığı için ve bana bu pozisyonları öneren otellerin vize kotaları o sene için dolmasından olumlu geri dönüş alamadım. Ama ne şanstır ki, umudumu yitirip İstanbul’a dönmemle, Swissotel Atlanta’nın bana sponsor olduğunu öğrenip tekrar Amerika yolunu tutmam bir oldu.

Bir dönem çalıştıktan sonra yine ülkeme dönerek Renaissance Hotel ve Atatürk Havalimanı’nda satış pazarlama alanında üst düzey yöneticilik yaptım.

“HIZLI KARARLAR…”

Ben aslında çok tahammüllü, zoru başarmayı seven ve sabırlı bir insanımdır, ama bir o kadar da ani karar alıp herşeyi geride bırakabilecek bir yapım var. Birgün işyerimden 2-3 gün izin istedim, New York’a gideceğim dedim, dediğim ve gideceğim gün arasında da sadece 2 gün vardı. Aileme de ben birkaç gün Amerika’ya gidiyorum çok bunaldım dedim. Şaşırdılar tabii. “Öyle Yeşilköy’den Bakırköy’e gider gibi nereye” dercesine… Onlara birkaç günlüğüne hava değişimine tatile ihtiyacım olduğunu söyledim.

New York sokaklarında dolaşırken aklımdan geçen tek şey, “Ben buraya gelmeliyim, burada yaşamalıyım” oldu, sonrasında kendimi yine Amerika’da buldum. Birkaç yıl beş yıldızlı otellerde farklı bölümlerde yöneticilik yaptım. Daha sonra Amerikan vatandaşlığını aldım. Ülkeme bir dönüş daha ve yine kendimi Çırağan Sarayı’nda çalışırken buldum.

11

Çırağan Sarayı’nın size üçüncü kez kapılarını açtığını söylüyorsunuz. O nasıl oldu?

Şöyle anlatayım, birlikte bir konferans dönüşünde arabası bozulan bir arkadaşımı otele bırakmaya gitmiştim. Kendisi orada yöneticilik yapıyordu. Bir kahve içmeyi teklif etti. O esnada otel genel müdürü de bize katıldı. Sohbetin sonunda kendimi bir haftanın içinde Çırağan Sarayı’nda Ziyafet Direktörü olarak çalışırken buldum. Bu da benim için güzel bir tecrübeydi.

Amerika ve diğerleri gerçekten çok güzellerdi ama Türkiye’de herhalde kalbimde en özel yeri olan otel Çırağan Sarayı olmuştur. İlk deneyimlerimi yaşadığım, kariyer hayatımdaki en önemli noktaları öğrendiğim okulum gibidir, öyle tarif edeyim.

Peki Martı Ailesi ile nasıl tanıştınız?

Martı İstanbul’a başlamadan önce Maldivler’de çalışıyordum Londra’daki bir fuarda Martı Otel’in o dönemki Genel Müdürü Sedat Nemli ile karşılaştım ve bana Istanbul’a geri dönmeyi düşünüp düşünmediğimi sordu ve mutlaka görüşmek istediğini belirtti. Kendisini ile Çırağan Sarayında birlikte çalışmıştık, benim yöneticimdi. Sedat Bey beni daha sonra Narin Ailesi ile tanışırdı. Halbuki ben İstanbul’a sadece iki günlüğüne kıyafetlerimi almak için gelmiştim; bir anda kendimi Martı’da buldum. İlk iki sene boyunca Genel Müdür Yardımcısı olarak çalıştım. Bu sürede geçici Genel Müdürlük görevim de oldu. Son 3 aydır ise Martı İstanbul Hotel’in Genel Müdürü olarak görev yapıyorum.

Martı Istanbul Hotel, grubun ilk ve tek şehir oteli. Yatırım planlarında yeni şehir otelleri var mı? Grubun yeni projelerinden ve Martı İstanbul’dan da kısaca söz eder misiniz?

48 yıllık bir kuruluş olan Martı Grubu’nun şu anda Türkiye’de Güllü Konakları ve Doğan Hotel ile birlikte 7 otel ve bir marinası bulunuyor.

Biz Martı Istanbul Hotel olarak üç yıldır varız, grubun tek şehir oteliyiz. Tabii ki İstanbul’da uygun lokasyon bulduğumuzda yeni yatırımlar da planlıyoruz. Bununla birlikte şu an yolda olan, yine yabancı ortaklı Bodrum, Marmaris ve Sarıgerme yatırımlarımız da bulunuyor.

2

Grubun başında Oya Narin var, otelin başında da siz… Bu nasıl bir güç birlikteliği, aranızda iki kadın yöneten olarak ne tür bir etkileşim söz konusu?

Benim Martı Grubu’nda çalışmamın en büyük sebebi, başta Oya Narin ve Emre Narin ile çalışıyor olmamdır. Onların bana destekleri, olaylara bakış açısı, engin tecrübeleri hakikaten buraya devam etmemin en önemli sebepleri olmuştur.

Şunu da belirteyim, son iki senedir Martı Grubu kadınlarla güçlendirilmiş yönetim kurulu ödülünü aldı. Biz, yönetiminde en fazla kadın çalıştıran şirketiz. Yüzde 50’nin üzerinde kadın yönetici çalıştırmaktan söz ediyorum. Oya Hanım kadınların bu işi iyi yaptığını, sektöre daha detaycı ve farklı gözden baktıklarını, biraz daha disiplinli olduklarını düşünüyor.

Siz bu görüşün neresindesiniz? “Turizmde kadın çalışan olmak” sizin için neyi ifade ediyor?

Ben de bu görüşe kesinlikle katılıyorum. Çünkü erkekler kadınlar kadar ufak detaylarla uğraşmıyorlar. Bir kadın çalışan, müşteriyi memnun edecek en küçük detayları bile incelik ve zarafetle işleyebiliyor. İşinde titiz, detaycı ve son derece mükemmeliyetçi…

Sizce turizmin bir cinsiyeti var mı, varsa da istihdamı için yeterli oran hangi dengede olmalı?

Ben işi ön planda dolayısıyla özel hayatını geri planda bırakmış biriyim, bunda işin yoğunluğunun yanısıra işimi severek yapmamın etkisi var diye düşünüyorum. Ama şunu söyleyebilirim, evli de olsanız hiç fark etmez, işinize gereken saygıyı duyarsanız o dengeyi bir şekilde kurarsınız. Bizim yönetim kurulumuzda da evli insanlar var ve çok iyi ayarlayabiliyorlar. Gece geç saatlere kadar toplantı yaptıkları da oluyor, hafta sonlarını çalışarak geçirdikleri de…

Ama herkes aynı düşüncede olmayabilir, ona da saygı duymak lazım. Turizmde saat hesabı yaparsanız başarısız olursunuz. İşinizde son gününüz olsa dahi sahiplenerek ve en iyi şekilde yöneterek veda etmek zorundasınız. İşinizi son ana kadar sahiplenin ki, o da sizi sahiplensin.

Yoksa mesele kadın ya erkek olmak değil; işine saygı duyan, gereği gibi yapan sorumlu bireyler olmakla ilgili bir mevzu.

Gelelim size; biraz şanslı, olabildiğince eğitimli, tecrübeli ve hayatı kafasına estiği gibi çizip yönlendirecek güce ve kabiliyete sahip birisiniz. Benim sizinle ilgili izlenimlerim bunlar, ya siz bize kendinizi nasıl tanıtırsınız?

Ben yaşadığım hiçbir tecrübeden pişmanlık duymadım. Her biri bana farklı bir bakış açısı kazandırmış, bambaşka tecrübeler yaşatmıştır.

Bugüne kadar aklınıza gelebilecek her türlü milliyetle çalıştım. Farklı ülkelerde farklı kurallarla çalıştım. Otelcilikte herkes genelde tek bir bölüm seçip ilerler, ben hemen hemen tüm bölümlerde hem eleman, hem yönetici olarak görev yaptım. Odalar, F&B, Satış & Pazarlama…Bu da benim olaylara bakış açımı biraz daha farklılaştırarak gelişimimi şekillendirdi. Keza bunların faydasını iş hayatında da çokça gördüm.

Ben düz bir insanımdır, çok fazla politik değilimdir ve beceremem de… Hem stratejik, mantıksal hem de empati yaparak düşünmeyi severim. İş konusunda mesleğimi çok sevmememe rağmen 10-15 yıl aynı yerde çalışmak bana göre değil. Kendimi geliştirebileceğim, bana katma değer katacak şeyleri denemeyi severim. Güvenilir biriyimdir kimseyi yarı yolda bırakmayı sevmem ama bir gecede karar verip, ertesi gün başka bir ülkede yaşayabilecek kadar da maceracı bir yapım var galiba. Martı Grubu’yla da istikrarlı bir şekilde devam ediyorum.

4

Bunda en büyük pay sahibi ne olabilir?

Benim hiçbir zaman buradan çıkayım, şunu yapayım tarzında düşüncelerim olmadı. Kararlarım çoğu zaman çok anidir. Mesela Maldivler’de çalışıyorum, Londra’da karşılaşıyorum, İstanbul’a iki günlüğüne geldiğimde son gece Emre Narin ile konuşmamdan sonra fikir değiştirip Türkiye’de kalıyorum. Sanırım o anki şartlar, ruh halim bunda büyük söz sahibidir. Bazen de beraber görev yapacağınız veya kendisi için çalışacağınız kişilerden aldığınız sinerji . Oya hanım ve Emre bey ile ilk görüşmem de aynı lisanı konuştuğumuzu biliyordum.

Bu yapınızın otelcilikle ne kadar örtüştüğünü düşünüyorsunuz? Turizm ne ister, siz ona ne kadarını veriyorsunuz?

Bir işi severek yapmak bence en önemli kural. Büyük fedakarlıklar isteyen turizm, sevmeyen birisi için yapılması çok zor bir sektör. Gecenizi gündüzünüze katıp uzun saatler çalışmak, özel yaşamınıza çok fazla zaman ayıramamak herkesin altından kalkabileceği bir tempo değil.

Bizler gün içerisinde çok farklı milliyetten insanlarla karşılaşıp, onları memnun etmenin türlü yollarını deniyoruz. Siz de bilirsiniz ki, insanları memnun etmek çok zor.

Sanırım bu biraz da karakter meselesi ile alakalı. Benim uluslararası tecrübelerim, işime olan bağlılığım, çalıştığım yerleri sahiplenmem, birlikte çalıştığım arkadaşları daima desteklemem, sektörle uyumum ve başarım konusunda en büyük artılarım olmuştur herhalde. Ben otelciliği çok severek yapıyorum.

Yurt dışında eğitim almış biri olarak, turizmde kalifiye eleman sorununu da gözönünde bulundurarak, Türkiye’deki eğitim koşullarını yeterli buluyor musunuz?

Dünyada bu konuda en iyi eğitimi veren ülke, İsviçre. Bütün ülkelerin üniversitelerinde turizm eğitimi veriliyor. Bizde de çok iyi üniversiteler var ama otelcilik uluslararası bir meslek olduğu için ülkemizde okula gidilse bile mutlaka yurt dışında birkaç aylık eğitim programına katılmak gerekiyor.

Biliyorsunuz, İstanbul gibi kozmopolit bir şehirde ağırlıklı her ülkeden turist ağırlıyoruz. Tamamen Türkiye’de eğitim almış, buradaki misafir portföyüne alışmış veya lokal otellerde çalışmış insanlar bazen ileride sıkıntı çekebiliyorlar. Mutlaka o yabancı kültürü de bir tatması, deneyimlemesi gerekiyor. Bunun üniversitede olması şart değil. Orada çalışarak ya da staj yaparak ta olabilir. Yurt dışında bu eğitimi almak çok farklı bir etiket olabiliyor.

111

Güzel Sanatlar okumak istediniz ama olmadı. Burası da bir sanat oteli. Eğitimini alamamış olsanız bile bir öngörünüz vardır elbet, bir sanat oteli en iyi nasıl olur? Martı Oteli bu manada başarılı buluyor musunuz?

Otelimiz bir sanat otelinin çok daha ötesinde… Birincisi, bizim Yönetim Kurulumuz sanata çok yakın; sanatı seven, ilgilenen insanlar. Mesela Oya Hanım’ın bir müzik şirketi var. Orada klasik müzik cd’leri yapılıyor ve bizim üç sezondur devam eden bir Martı Klasikleri konser serimiz var. Bunu başka hiçbir otelde göremezsiniz. Hatta bu yıl için çok zengin bir program hazırlıyoruz. Ekim sonu gibi başlayacak, kış boyunca da devam edecek.

Onun dışında oteldeki tüm tablolar, lobide yansıtılan görüntülerin hepsi ünlü bir sanatçıya ait. Bundan yola çıkarak hem tasarımcımız Zeynep Fadıllıoğlu’na hem de bu sanatçıları ve eserleri anlatan bir sanat broşürü tasarladık.

Biz İKSV’nin resmi konaklama sponsoruyuz. Tüm sinema, müzik, tiyatro festivallerinde konaklama hizmeti veriyoruz. Bugüne kadar sanatla alakalı tüm güzel etkinliklere ya ev sahipliği yaptık ya da destek verdik. Örneğin fuaye alanımızda farklı vakıflar yararına dönem dönem resim sergileri açıyoruz.

Biraz da özel yaşamınızdan bahsedelim mi? Otelden kalan zamanlarınızda en çok neler yapmak hoşunuza gider?

Otelden özeli yaşamaya çok zaman kalmıyor. Buradan çok geç saatlerde çıkıyorum zaten. Evde olduğum zamanlarda da en fazla köpeğimle dinleniyorum. Onunla dolaşmayı çok seviyorum. Hayvan barınaklarına ve tedavi merkezlerine destek olmayı seviyorum. Bu beni ruhen çok fazla dinlendiriyor, bütün stresimi unutturuyor.

Onun dışında sinemaya gitmeyi ve seyahat etmeyi seviyorum. Belki ukalalık gibi gelecek ama bir günlüğüne bile olsa yurt dışına kaçmak, ne yalan söyleyeyim bana iyi geliyor. Çünkü hem 1 günde fazla izin kullanamayabiliyorum hem de tamamen bir hava değişimi ancak sizin ruhunuzu dinlendirebiliyor, o da çalıştığınız ve yaşadığınız yerde pek mümkün olmuyor.

Bundan sonraki planlarınız arasında neler var?

Kariyerime bundan sonra da otelcilikle devam etmeyi planlıyorum. İnşallah Martı Grubu’yla daha iyi, daha farklı projelere de gireriz. Yurt içinin yanı sıra yurt dışına da açılabiliriz.

Şu an zaten mevcut görevimle birlikte üst yönetime farklı konularda da yardımcı olmaya çalışıyorum uluslararası deneyim ve çevrem sebebiyle. Ben Narin Ailesi’ni seviyorum. Dolayısıyla hem Martı Istanbul Hotel’in gelişmesi hem grubun diğer lokal zincirler gibi uluslararası bir boyuta taşınması anlamında ilerleyen zamanlarda da birlikte çalışmalar yapabilmeyi ümit ediyorum. Şu anki hedefim o.

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir