Nedret Apaydın ve Gürkan Boztepe ile mutfaktayız!..

Kimi vazifeler vardır, işini o kadar severek yaparsın ki, kendini ömrün boyunca hiç çalışmazdan sayarsın, tıpkı Konfüçyüs’ün de dediği gibi… İstanbul turizmine İl Kültür Turizm Müdürlüğü görevi ile makamından hizmet ediyorsundur misal. Oysa, ne aşk ve hevesle bağlandığın İstanbul sevdanla o bürokratik koltuğa sığar ne de çalışma saatleri durdurur seni, zaman kavramının yitip gittiği gönül mesailerinde…

İstanbul turizmine sadece makamıyla değil, cani gönülden bağlı bir isim o. Göreve geldiği 7 Nisan 2015 tarihinden bu yana “İstanbul’u gezin, görün, yaşayın” diyor, başka bir şey demiyor, Nedret Apaydın… Şüphesiz, yaşamadan bu denli tutkulu ve motive edici bir teşvikle İstanbul ve onun paha biçilmez değerleri layıkıyla yaşatılamaz ki! Nedret Apaydın bu kez farklı bir kimliğiyle, farklı bir perspektiften mutfak ve gastronomi alanındaki ilgisi ve uzman duruşuyla konuğumuz…

Duydum ki değerli Müdürümüz sadece İstanbul turizmine hizmet eden bir bürokrat değil, aynı zamanda da mutfağa gönül veren usta bir aşçıymış… Üstelik sadece memleketi Kastamonu yöresinin lezzetleriyle sınırlı bir mutfak literatürüne sahip değil, Anadolu mutfağının pek çok kıymetli tatlarını da keyifle pişiriyormuş. Hal böyle olunca, İstanbul İl Kültür Turizm Müdürümüz Nedret Apaydın ve Gastronomi Turizmi Derneği Başkanı Gürkan Boztepe ile Alancha Restaurant’ın mutfağında bir araya geldik; hem İstanbul’u ve gastronomi turizmini konuştuk hem de bizim için pişirdiği muhteşem lezzetleri tattık.

yemek

Nedret Bey, öncelikle bir turizm şehri olmasının ötesinde İstanbul sizin için neyi ifade ediyor, birkaç cümleyle anlatır mısınız?

Nedret Apaydın: Zor bir soru bu… Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm ve hep bu şehirde çalıştım. Elbette çok büyük bir şanstı bu. Daha önce çalıştığım kurumda da hep Kültür Müdürü olarak görev yaptım. Bu vesileyle şehrin hep en güzel ve en özel yerlerini gezme imkanı buldum. Vazifem dolayısıyla kültür ve sanat dünyasından çok değerli insanlarla bir araya gelme ve çalışma fırsatı elde ediyorum. Bu açıdan bakarsak; İstanbul’da hemen herkesin şikayet ettiği trafik sorunu dışında kentin çok güzel yanları ile tanıştım ve iç içe oldum hep. Bizim sloganımız şu oldu hep; “İstanbul’da yaşayanlar var, İstanbul’u yaşayanlar var.” Ben ısrarla “İstanbul’u yaşayın” diyorum. Artık bu şehirde toplu taşımayla ulaşım otomobile kıyasla çok daha kolay. Şehrimizin birçok yerinin muhakkak gezilerek görülmesi lazım. Hatta burayı gezerken sadece kendi yörenize ait lezzetlerle bir ömrü geçirmeyin. İstanbul’da memleketimizin her yöresinden seçkin lezzetler mevcut. Ailenizle kendinize bir hedef koyun ve hiç olmazsa haftada veya ayda birkaç farklı tatla tanışın. Yanlış anlaşılmasın, bunu lüks yerlere gidin anlamında söylemiyorum. Farklı lezzetleri tatmak açısından bu çok önemli çünkü. Bu konuda sözü Başkanıma da vermek isterim. Gastronomi Turizmi Derneği olarak harika ve başarılı bir yönetim kurulu var. Bu konuda Türkiye’yi aşan hizmetler veriyorlar. İstanbul’un Kültür ve Turizm Müdürü olarak kendilerine teşekkür ederim.”

Gürkan Boztepe: “Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Türkiye’nin en çalışkan İl Kültür ve Turizm Müdürü ile birlikteyiz. Dünyanın pek çok noktasına gidiyorum. Türk kültürünü gastronomik anlamda dünyaya nasıl yayarız diye mücadele veriyoruz. Bu tarafıyla gönlüm çok rahat. Çünkü Müdürümüz sabahtan akşama kadar gastronomi turizmiyle ilgili olarak mekanlara denetleme anlamında değil, destek anlamında ziyaretler gerçekleştiriyor. Bu daha önceki yönetimlerde alışkın olmadığımız bir tarz diyebiliriz. Bu durumdan son derece mutluluk duyuyorum. Uluslararası standartlara sahip bir vizyonla yol almamız çok daha rahat oluyor. Bu nedenle de gururluyum. Türkiye’de Gastronomi Turizmi algısına gelirsek, değerinin daha yeni yeni anlaşıldığını düşünüyorum. Kısa bir dönem önce Hong Kong’taydım. Sabah 9.00 itibari ile yoklamaya giren çocukların mutfak kültürü ve felsefesi konusunda verilen sıkı eğitimler ile sarsılmadım dersem yalan olur. Öyle ki, bir adım öteye geçip Japon ve Çin mutfak öğretilerini dünyaya yaymak amacıyla beş yıldızlı otel bile inşa etmişler. Bu felsefeyi dünyaya nasıl aktarırız diye mücadele eden belki 100 yıllık bir okul var. Biz kendi ülkemizde sushi yiyebiliyoruz. Bunu görünce oradaki Konsolosumuza gittim. “Kendi mutfağımızı onlara yedirebiliyor muyuz? Bir Çinli ya da Japon’a satabiliyor muyuz? Bugün bizim marketlerimizde onların ürünleri var. Peki onların marketlerinde bizim ürünlerimiz yer alıyor mu?” diye sordum. Misal Kastamonu’nun mükemmel bir pastırması var, ben o pastırmayı hiçbir yerde yemedim. Bu çok önemli bir nokta, bizler pastırmamızı başka ülkelere satabiliyor muyuz? Orada çok değişik girişimcilerle tanıştım. Tavukların ayaklarını Çinlilere satan bir girişimci tanıdım mesela. Yine Çin’de zincir bir restoran kurmaya aday ve ilk restoranına iki milyon dolar harcamış bir Türk yatırımcı ile Konsolosluğumuz vesilesiyle temas kurdum. Aslında Türkler çok müteşebbis. Baktığımız zaman Godiva markasından Murat Ülker markasına kadar yurt dışında lokasyonlar açıyorlar ve ben bu girişimlerle gurur duyuyorum. Yabancı hayranlığımız da yok değil tabii. Ama ben gidilen ülkenin kendi yerel lezzetlerini, sokak tatlarını arıyorum. Bu konuyla ilgili görüşüm şu, ülkemizde de bunu model şekilde sunabilmeliyiz. Ayrıca burada, Alancha Restaurant’ın değerli şefi Deniz Temel’i de takdir ediyorum. Bakıyorum; şalgam suyundan Adana kebabına kadar listede bütün ürünleri yazmış. Hem bu ürünleri yapıyor hem de dünya standartlarında sunuyor. Bizim tek derdimiz sunum ve paketleme diye düşünüyorum. Dünyada basını çok iyi kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu konuya Nedret Apaydın Müdürümüz konuya çok hakim ve güzel işler yapıyor.”

nedret

Paketleme ve sunum alanında Gürkan Bey’in bahsettiği konulara dair İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün yürüttüğü çalışmalar var mı?

Nedret Apaydın: “Bizim kültürümüze ait, işin içinde Saray Mutfağı, Anadolu Mutfağı ve azınlık mutfağı var. Bunların her biri sahip olduğumuz zenginlikler ve içinde de müthiş bir servet yatıyor. Dolayısıyla hepsinin de ayrı ayrı alıcısı var. Şimdi bizler, tekrar etmekte fayda görüyorum; hem kendi insanımız hem de yabancı misafirler geçen sene itibari ile yaklaşık 9 milyon Türk vatandaşı ülke içerisinde seyahat etmiş. 11 milyon Türk vatandaşı yurt dışına seyahate gitmiş. Demek ki kendi insanımız seyahat ediyor. Geçen yılı İstanbul’a gelen yabancı ziyaretçi bazında 12 milyon 400 bin ile kapattık. Bu sene çok özel bir sene tabii. Malumunuz çok ciddi sıkıntılar yaşadık. Dünyanın tamamını saran bir güvenlik problemi vardı. Ama geçen sene itibari ile 12 milyon 400 bin insan bu şehre geldi. İstanbul bir turizm şehri… Bu sene ülkemizde yaşanan zorlukları saymazsak, dünya tercih listesinde 6. sırada yer alıyoruz. Dünyada 200’e yakın şehri geçip 6. sıraya yerleşebilmek önemli bir başarıdır. Bu anlamda şehrimizi ziyaret eden misafirlerimize sadece müze ve meydanları gezdirmek değil, öncelikli hedefimiz kendi kültür ve zenginliklerimizi anlatmak olmalı. İstanbul’daki otel ve restoran ziyaretlerimde özellikle “Turistlere ne ikram ediyorsunuz? Menülerinizde neler var?” diye soruyorum. Bazılarında çok üzücü sonuçlarla karşılaşıyoruz. Turistlerin kendi ülkelerindeki lezzetleri ikram ettiklerini görüyoruz. Halbuki gastronomi anlamında dünyanın sayılı üç mutfağından biriyiz. Gastronomi Turizm Derneği Başkanı Gürkan Bey ve ekibi bize ait olanın anlatılması ile ilgili müthiş çalışmalara imza atıyorlar. Bu noktada hem kendi insanımız hem de yabancı misafirler olmak üzere iki hedef kitlemiz var. Kastamonu’da 800 civarında yemek çeşidinden bahsediliyor. Önce bunu bizim kendi insanımızın bilmesi lazım. Sizinle bu konuda bir anımı paylaşmak isterim. Geçenlerde İstanbul’da bir restoranda yemek yedikten sonra tatlı olarak ne olduğunu sordum. Garsonun saydığı listede bir tane bile Türk tatlısı yer almıyordu. Oysa sütlaç, kadayıf, baklava, kazandibi ve daha birçok zengin lezzetimiz var. Kendi geleneksel mutfağımızı ve lezzetlerimizi ön plana çıkartmak konusunda biraz zayıf kalıyoruz. Yine aynı şekilde içecek olarak da tesislerimizde şıra, ayran, şerbet gibi geleneksel içeceklerimiz yeterince sunamıyoruz. Bu tabii çok üzücü bir durum. Derginizi sürekli takip ediyorum. Bu noktada size teşekkür etmek istiyorum. Türk turizmine ciddi anlamda destekler veriyorsunuz. Turizm ve gastronomi sektörüne böyle sahip çıkacak bir yayın olmanız bizim çok önemli. İstanbul’un İl Kültür ve Turizm Müdürü olarak, sektörün sesi hotel restaurant & hi-tech dergisi ve alanında en iyi Gastronomi Turizmi Derneği ile aynı masada buluşarak Gastronomi Turizmi’ni konuşuyoruz. Bu ambiyanstan çok keyifli ve güzel işler çıkacağına inancım sonsuz, bunu özellikle belirtmek isterim.

Gastronomi Turizmi’nin zaten marka bir şehir olan İstanbul’a katacağı değer ortada. Ama ben yine de bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek isterim. Gastronomi Turizmi ile İstanbul turizmi uluslararası arenada ne kadar büyür, gelişir?

Nedret Apaydın: İstanbul, marka bir şehir olmasının yanında markalaşma süreci de sürekli artan bir şehir. Gastronomi hem tercih edenler ve imaj açısından hem de kaba çizgilerle söylersek bıraktığı para açısından çok önemli bir konumda bulunuyor. Bugün şehrimize gelen bir turistin bizim için bıraktığı döviz 768 dolar’dır. Turizmin diğer alanlarında özellikle sağlık turizminde bu birkaç kat daha artarak beş kata kadar yükseliyor. Kongre turizminde üç kata kadar çıkıyor. Kruvaziyer turizminde yine artıyor. Gastronomi turizminin ise şöyle bir özelliği var, bu amaçla gelen turistler mutlaka özel bir sebeple ziyaretlerini gerçekleştiriyorlar. Bilgi ve donanım olarak da son derece iyi seviyedeler. İstanbul geçen sene 12 milyon 400 bin turist ağırladı dedik. Bu turistin yaklaşık yüzde 70-80’lik dilimi şehrimizdeki müze ve meydanları gezdiler Bir kısmı sağlık, bir kısmı kruvaziyer, bir kısmı da kongre turizmi için geldiler. Bir de ziyaretler için ekstra muhtelif diyebileceğimiz bir sınıf var. Bunların en önemlilerinden bir tanesi gastronomi turizmidir. Biz ısrarla söylüyoruz; Türk mutfağı üç alt başlıktan oluşuyor; Saray mutfağı, Anadolu Mutfağı ve azınlık mutfağı. Buraya hem kendi insanımız hem yabancı misafirler geliyor. Şöyle düşünün, siz bugün uçak biletinizi alıp Gaziantep’e gidiyorsunuz. Günlük geziyorsunuz, Gaziantep yemeklerini tadıyorsunuz ve geri dönüyorsunuz. Aynı şey artık İstanbul için de geçerli. Burada hem yöresel yemekler hem saray mutfağı hem de sunumları anlamında çok başarılı mekanlar var. İçinde bulunduğumuz Alancha Restaurant da bunlardan bir tanesi. Bu bizim için neden önemli? Gelen turistin memnuniyeti arttıkça otomatik olarak dünyanın her tarafında reklamınız da artıyor. Biraz önce daha neler yapılabilir diye sormuştunuz. Örnek veriyorum; dünyanın 100’den fazla ülkesine dizi satıyoruz. Bu konuda çok başarılıyız. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüz bünyesinde dizilerde mekanları ve Türk lezzetlerini özel olarak tanıtmak amaçlı bir çalışma yaptık. Türkiye’nin en önemli dizilerine imza atan birkaç yapım şirketi ile önümüzdeki hafta masaya oturuyoruz ve çekim yapılacak mekanları belirliyoruz. Bu konuda karşılıklı olarak mutabık kaldık. “Bize ait yemekleri de ön plana çıkarın” dedik. Bu anlamda Gastronomi Turizmi Derneği ile istişare halindeyiz ve bundan sonraki süreçte de olmaya devam edeceğiz.

2

Bu konuda Gastronomi Turizmi Derneği’nin de çok başarılı projeleri olduğunu biliyoruz. Gürkan Bey, bir de sizin ağzınızdan bu özel projeleri dinleyebilir miyiz? Gürkan Boztepe: Herkes “Üç aylık bir dernek nasıl bu kadar popüler hale geldi?” diye soruyor. Ben de “25 sene artı üç aylık bir dönem olduğu için” diyorum. Beni tanıyanlar iyi bilir, turizm sektöründe 25 yıllık bir geçmişim var. Keza birlikte çalıştığım arkadaşlarım da benzer bir süredir bu işin içindeler. Bünyemize gastronomi ürünlerine hakim ya da mutfak sahibi arkadaşları da entegre edince ortaya harika bir mozaik çıktı. Şuna özellikle vurgu yapmak istiyorum, Gastronomi Turizmi Derneği olarak biz sadece tek bir sektörü temsil etmiyoruz. Bunun içinde buradaki otu toplayan teyzemizden onu satan restoran sahibine ve ürünleri saklayacak tedarik üreticilerine kadar her bir katman mevcut. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü de bürokratik anlamda bir zorluk çıkartmayıp bizlere tam destek oldular. Bu anlamda İstanbul’da inanılmaz rahatız. Bizim tek derdimiz şu; Kastamonu’daki ürünü dünyaya nasıl satarız, Kastamonu’ya turisti nasıl göndeririz, İstanbul’daki turiste 150 dolar yerine 1000 dolar’ı nasıl bıraktırırız? Bu anlamda Türkiye Lezzet Haritası’nın hayata geçirilmesi çok kritik bir konudur. Bunun haricinde Fransa’nın beş yıldızlı bir restoranında bir tabağa 500 Euro ödenirken, biz daha kalitelisini yaptığımız halde neden sadece 200 TL hesap çıkarabiliyoruz, bu önemli bir konudur. Yurt dışında bir Fransız 500 Euro’ya satabiliyorsa, ben Kastamonu ürünleri ile örneğin bir mantar yemeğini çok yüksek rakama satabilmeliyim. Baktığımızda Kars kaşarı rokfor peynirinden çok daha iyi ve kalitelidir ama dünya mutfak literatüründeki marka değeri ne yazık ki eş değer değildir. İşte biz de diyoruz ki, gastronomik ürünlerimizi dünyaya aktarabildiğimiz ölçüde başarılıyız.

İstanbul bir marka şehir dedik. Peki, bu kent bir Toskana ya da San Sebastian gibi bir gastronomi merkezi ne zaman ve nasıl olur? İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün bu konuya dair çalışmaları bulunuyor mu?

Nedret Apaydın: “Gastronomi ile alakalı bu yeni bir süreç… Hem bizim tarafta hem de özel sektörde STK’lar ile hep beraber işin bir yanından tutuyoruz. Bu konuda başarılı olmamamız için hiçbir sebep yok. İstanbul’un her tarafında öyle ama örneğin Tarihi Yarımada’da Hafız Mustafa tatlıcısına gittiğinizde görüyorsunuz ki müşterilerin yüzde 80’inini yabancılar oluşturuyor. Her birinin kentimizden memnun ayrıldıklarını görüyorum. Bunu her turistin başka bir zamanda gelmesinden anlıyorum. Önemli bir detay tabii bu ama müşteri memnuniyetinin sağlanmasında işletme sahibinin birebir ilgilenmesinin, ürünlerin özel seçilmesinin büyük rolü var. Yine misal, Sultanahmet Meydanı’nda Alman Çeşmesi’nin karşısında yer alan Sultan Kafe’nin menüsüne baktığımda bize ait lezzetlerin olduğunu görüyorum. Bu örnekler fazlasıyla memnun edici. Görüyorum ki, geleneksel tatlarımızı satan mekanların sayısı her geçen gün artıyor. Başta Sayın Başkanımızın yer aldığı Gastronomi Turizmi Derneği ile birlikte STK’larımız büyük bir gayret içindeler. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği ve Türkiye Otelciler Birliği gibi kuruluşların da bu konuda ciddi çabaları var. Bakanlık olarak zaten biz bu işin merkezinde yer alıyoruz.

Peki, gastronomi anlamında markalaşmak için eksiğimiz nedir?

Nedret Apaydın: Bugünden yarına insanların beynine bir anda, “Benim İstanbul’a gitmem lazım, şu mekanda Türk mutfağından mantı, bir Boşnak böreği yemem lazım” gibi bir düşünce yerleştirilemiyor. Bu sürecin şu anda temelleri atıldı. Hızla ilerliyoruz. Önemli olan el ele hareket ediyoruz ve bu konuda STK’lar da sayıca artmaya başladı. Şu anda Gastronomi Turizm Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarının varlığından söz ediyoruz. Burada en önemli nokta ise, gelen misafiri gastronomi anlamında memnun edebilmektir. Yemeğin sunuşundan, kalitesine hatta uğurlamaya kadar memnun ayrılan her bir kişi birkaç yıl sonra toplamda 100, 200, 500 kişiye tekabül ediyor.

İstanbul hem destinasyon hem de mutfak kültürü anlamında bir marka kent olabilir ama bu alanda sizce kurumlar, dernekler, kişiler ne kadar uzmanlar? Gastronomi Uzmanlığı konusunda gerekli alt yapı ve çalışmalarına sahip miyiz? Gürkan Boztepe:

Derneğimiz olarak çok yakın bir zamanda iki önemli kurumla protokol yaptık. Dedik ki, Türk restoranlarının kalite standartlarını belirlememiz lazım. KalDer (Türkiye Kalite Derneği) kapsamında restoranların kalite standartlarının denetimi için bir mekanizma oluşturmaya yönelik çalışma başlattık.Onun dışında kendi eğitim komitemiz ve üniversiteler ile de bir protokol yapıldı. Gastronomi bölümleri zaten fakültelerde var. Üniversiteler yemek yapmayı öğretiyor. Biz ise Gastronomi Turizmi nasıl yapılır kısmını aktarabiliriz.

3

Benim merak ettiğim başka bir konu, bir Türk yatırımcı yurt dışında restoran açmak istediğinde bunu devlet hangi teşviklerle destekliyor? Bakanlığın elinde böyle bir destek paketi var mı?

Nedret Apaydın: Yurt dışında Gürkan Bey’in de çok iyi bildiği, ilgilendiği ama maalesef özel teşebbüsteki arkadaşlarımızın fazla bilmediği ve bilmediği için de ilgilenmediği destekleri elbette var. Yurt dışında herhangi bir ülkede bir Türk markasıyla mekan açtığınızda ki biz şu anda gastronomi turizmini konuşuyoruz, bu bir ürün de olabilir. O zaman devlet size teşvik veriyor. Bu teşviklerden istifade etmek isteyen yatırımcılar Ekonomi Bakanlığı ile iletişime geçmelidir.

Gürkan Boztepe: Aslında Müdürüm çok güzel bir konuya değindi. Gastronomi Turizmi anlamında sektörde ciddi bir bilgi eksikliği var. Devlet önemli ölçüde sektörün büyümesi için Ekonomi Bakanlığı kanalı ile destekler veriyor. İstanbul’da değil ama yurt dışında Turquality ve marka destekleri var. Yurt dışında bir restoran açmak isteyen bir yatırımcı yüzde 50 ile yüzde 70 arasında ödediği parayı devletten geri alıyor, bunun için Ekonomi Bakanlığı teşvik veriyor ama bunu çoğu marka bilmiyor.Ben şunu gözlemliyorum mesela; reklam yaptınız, yurt dışında dükkan kiraladınız ya da personel aldınız… Bunun zaten yüzde 70’ini geri alabiliyor olmanız müthiş bir avantaj. Şu anki yatırım bütçeleri 1 milyon dolar seviyelerinde olduğu için bu cezbedici teşvikleri de göz önünde bulundurarak yurt dışında bir dükkan açmak çok daha avantajlı. Kaldı ki yatırımın Türk mutfağının tanıtımı anlamında da değerli bir organizasyon olduğunu düşünüyorum. Bu aynı zamanda rakiplerinizden farklılaşmak için de bulunmaz bir fırsat.

Nedret Apaydın: Gelsinler bize sorsunlar, gelsinler bizim derneğe ve bizim derneklerimize de sorsunlar. Sektörde ki bütün işletmelerin bağlı olduğu bir birlik var. Otelse otelciler birliği, acente ise acenteler birliği gibi. Mutlaka birlik yönetimiyle ilişkiye geçsinler ve oradan bilgi desteği alsınlar. Hem bilgi desteği hem ilgi desteği alsınlar, bu çok önemli.

6

Nedret Apaydın Tespit ve Öneriler

  • İstanbul’da hemen herkesin şikayet ettiği önemli bir trafik sorunu var. Ama artık bu şehirde toplu taşımayla ulaşım otomobile kıyasla çok daha kolay. Şehrimizin birçok yerinin muhakkak gezilerek görülmesi, hatta bu gezilerde farklı tatlarla tanışmak gastronomi turizminin gelişimi açısından çok önemli.
  • Geçen yılı İstanbul’a gelen yabancı ziyaretçi bazında 12 milyon 400 bin ile kapattık. Bu sebeple öncelikli hedefimiz; şehrimizi ziyaret eden misafirlerimize sadece müze ve meydanları gezdirmek değil, kendi kültür ve zenginliklerimizi anlatmak olmalı.
  • İstanbul’da birçok otel ve restoran yabancı konuklarına kendi ülkelerinin tatlarını ikram ediyorlar. Kendi geleneksel mutfağımızı ve lezzetlerimizi daha fazla ön plana çıkarmalıyız.
  • Dünyanın 100’den fazla ülkesine dizi satıyoruz. Bu konuda çok başarılıyız. Ancak bu yapımlarda Türk, Osmanlı, Saray mutfaklarına ait lezzetleri de ön plana çıkararak Türkiye’nin gastronomi turizmine daha fazla katkı sağlayabiliriz.
  • İstanbul’a gelen yabancı misafirlerin memnuniyet ölçütleri gastronomi turizminin sürdürülebilirliği ve gelişimi açısından önemli bir nokta. Bu hususta işletme sahiplerine ağırlama ve ürün seçimi konusunda önemli vazifeler düşüyor.
  • Gastronomi Turizmi’nin gelişimi için tüm sivil toplum kuruluşları el ele vererek birlikte hareket etmelidir.
  • Türkiye’ye sırf İstanbul’da yemek yemek arzusuyla gelen bir gastro turist profili varken bizler bunu yurt sathına da yaymalıyız. İstanbul, Gaziantep ya da Kars gibi doğu illerinden de lezzet müdavimlerini ağırlamalıdır.

Gürkan Boztepe Tespit ve Öneriler

  • Türkiye’de yerel ürünlerin dünyaya tanıtılması konusunda hala zayıfız. Bir yabancı hayranlığımız var. Kendi topraklarımızda ülkemizin yerel lezzetlerini ve sokak tatlarını çok daha fazla ön plana çıkarmalı ve ülkemizde bunu model şekilde sunabilmeliyiz. Çünkü tek derdimiz; sunum ve paketleme. Bunun için de basın ve medyayı en verimli şekliyle kullanmalıyız.
  • İstanbul’u ziyarete gelen yabancı bir turiste 150 dolar yerine 1000 dolar’ı bıraktırmayı hedefliyorsak, bunun bir yolu da, Türkiye Lezzet Haritası’nı çıkarmak olmalıdır.
  • Yurt dışında tabağa ödenen rakamlar, çok daha kaliteli ürünlere sahip ülkemiz için daha düşük ederlere sahiptir. Gastronomik ürünlerimizi dünyaya aktardığımızda ve marka değerimizi yükselttiğimizde ancak başarılı olabiliriz.
  • Türk restoranlarının kalite standartlarının belirlenmesi sektörün gelişimi açısından önemli bir adım olacaktır. Bizler de bu düşünceden hareketle KalDer (Türkiye Kalite Derneği) kapsamında restoranların kalite standartlarının denetimi için bir mekanizma oluşturmaya yönelik çalışma başlattık. Tüm restoranlar bu oluşuma katılmalıdır.
  • Gastronomi Turizmi anlamında sektörde ciddi bir bilgi eksikliği var. Devlet sektörün büyümesi için Ekonomi Bakanlığı kanalı ile Türk yatırımcılara %50 ila %70 arasında destek veriyor. Bu konuda yatırımcılarımızı bilgilendirmek ve bilinçlendirmek önemli bir ayrıntı olmalı

#İstanbul #GastronomiTurizmi #Mutfak #Gastronomi #NedretApaydın #GürkanBoztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir