“Büyük ev”in çocuk ruhlu sahibesi: Anıl Boydaş Tınaz

“Genel müdürlük hep hayalimdi ve beklenen zamanda geldi. Demek ki böylesine güzel bir otelin açılmasını bekliyormuşum.”

Turizmci bir baba, otel lobilerinde geçen bir çocukluk, emek, özleyiş ve muhteşem dönüşün başkahramanı, Anıl Boydaş Tınaz. İçinde yaşattığı baba mesleği tutkusunu beş yıldızlı unvanlara taşıyacak kadar özverili, gönüllü, sadık ve işine aşık. Eşit, ilkeli ve adil… İyi bir ev sahibesi, güçlü bir yönetici. İstanbul Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı üzerinde bir yılı aşkın bir süredir hizmet veren Renaissance Istanbul Bosphorus Hotel’in başarılı genel müdürü Anıl Boydaş Tınaz ile sektörde 28 yıla uzanan kariyer yolculuğunu ve gelecek planlarını konuştuk.

Anıl Hanım, öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1968 yılında doğdum. Kadıköy Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra Strasburg’da turizm ve otelcilik üzerine üniversite eğitimi gördüm. Buradaki ana etmen, turizmci bir aileden geliyor olmamdı. Babam Bülent Boydaş, Kapadokya turizminin öncülerinden idi. Hatta Bodrum’da da otel işletmelerimiz vardı. Turizme yönelişim tamamen babamın teşvikleri ile olmuştur. Ancak vefatından sonra devam ettiremedik. İki kardeştik ve çok gençtik. Her ne kadar benim gönlüm turizmden yana olsa da kardeşimin ilgi alanları çok daha farklıydı.Otelcilik, bambaşka bir şey. Bu işi tek başına götürebilmek için eğitim kadar tecrübe de gerekiyor. Dedim ya, çok gençtim ve henüz tam olarak sektörle yoğurulmamıştım. İlk etapta turizmin profesyonel hayatına atılmak bana daha mantıklı geldi. 1985 yılında başlayıp 28 yıl boyunca süren turizm yolculuğumun ilk safhalarıdır bunlar.

28 yıl dediniz, bir ömür gibi. Profesyonel anlamda yaptığınız ilk işiniz ne oldu?

İşe ilk olarak bir seyahat acentasında başladım. Amacım hem lisanımı geliştirmek hem de satış & pazarlama konusundaki tecrübelerimi arttırmaktı. Pazarlamayı çok seviyordum çünkü. O dönemler otel pazarlaması biraz daha arka plandaydı. Acentalar bireysel ve daha küçük organizmalar olmalarına karşın pazarlama kanadında daha aktif ve üretkendiler. Sanırım kendime o işi daha uygun gördüm. Bir yandan da otelciliği sevmiş olmalıyım ki bir şekilde beni kendine çekti. Yaklaşık 3-4 yıl seyahat acentasında çalıştıktan sonra 1995 yılı gibi otelciliğe kesin dönüş yaptım.

20 yıl öncesinden bahsediyorsunuz. Bugünden o günleri nasıl anlatırsınız?

İstanbul’da otel sayılarının oldukça az olduğu dönemlerdi. Uluslararası marka anlamında belki de toplasanız iki elin on parmağını geçmeyen otel sayımız vardı. Conrad Oteli’nden Satış ve Pazarlama Direktörlüğü adına güzel bir iş teklifi aldım. İlk defa otelciliğe profesyonel olarak başladığım yerdir orası. Yaklaşık 3 yıl sürdü, ardından 1996 yılında Polat Turizm Grubu’na geçtim. Tam 18 yıl oluyor. Polat Renaissance Hotel’den sonra aynı grup içerisindeki Erzurum otelimizin de açılışını yaptım.

Bu süreçte genel müdürlük görevi hayallerinizi süsledi mi?

İnsan bir zaman sonra hayatında farklı yollar takip etmek istiyor. İş ve mekanın rutinliğinden kopmak istiyorsunuz. Ne kadar rahat da olsanız, hep aynı noktada olmak sıkabiliyor, bu insanın doğasına da aykırı. Açıkçası ben bu süreçte kurumumu değiştirmeyi hiç düşünmedim ama yine de farklı bir şeyler yapma arzusuna da karşı koyamıyordum.

Polat Grubu’nda neler buldunuz, sizi en çok neyi cezbetti diye sorsam?

Aidiyet duygusu vardır, bizim kurumumuzda. 15 yıla varan bir kurum ortalamasından rahatlıkla bahsedebiliriz, çalışanlar açısından. Sanırım bunun sırrı, gerçek bir aile gibi olabilmekte. Polat Ailesi’nin bana verdiği hissi size şöyle anlatabilirim, Polat size sanki kendi işinizi yapıyormuş hissini verir. Kendi işinizi yaptığınızı hissettiren bir ruhla çalışmak önemlidir, sonsuz bir özgürlük katar çünkü insana. İnsiyatifleri sonuna kadar kullanabilmek ve sonuç her ne olursa olsun günahı ve sevabıyla size ait olma durumu.

Otelcilikte bireysel başarının en önemli argümanları bunlar mıdır?

Her şeyden önce turizm biraz amatör ruh gerektirir. Profesyonel çalışırken amatör ruhu hiçbir zaman kaybetmemeyi… Çünkü insanın insana hizmet ettiği bir sektördesiniz. Karşınızda bir makine veya madde yok ve hayal satıyorsunuz. Bunu gözünüzle görebiliyor ama hizmeti elinizle tutamıyorsunuz. Her şey çok soyut. İşte bu da hizmet, mutluluk, tatmin oluyor. Turizm her gün yenilenen bir ruh gerektiriyor. Her ne yaşadıysanız yaşayın gülümsemelisiniz, üstelik samimiyetle. Kısacası modunuzu işinize yansıtamayacağınız yegane sektörlerden biridir, otelcilik.

 Bu, profesyonel hayatın en zor yanlarından olsa gerek. İşinizi yaparken kendinizle çeliştiğiniz anlar oluyor mu hiç?

Ben kendimi eleştirebilen biriyim, hatta bazen acımazsızca yaparım bunu. İşimi karakterimle çok fazla özdeşleştiriyorum. Çünkü biz burada ev sahibiyiz, işin yönetsel ve mesleki tarafını bir kenara koyuyorum. Burası bizim evimiz ve gelen herkes de konuğumuz. Buraya girdikleri andan itibaren her şeyleri bizim sorumluluğumuz altında. Burası çok büyük bir ev ve siz de bu evin sahibisiniz. Bu açıdan baktığınızda profesyonel anlamda çok da kendimle çeliştiğimi hissetmiyorum.

Peki evdeki “ev sahibesi Anıl” ile işteki “Anıl Boydaş Tınaz” aynı mıdır?

Benim 4 ve 14 yaşlarında olmak üzere iki tane oğlum var. Domestik bir yapım olduğundan evimin tüm işleriyle kendim ilgilenmeye çalışırım. Bu düzende elbette zorlanıyorum. Bu koşullarda eve ayırdığım zaman da çok tatminkar olmuyor. Ama bunun işimizin Bizim kurumumuzda aidiyet duygusu vardır. 15 yıla varan bir kurum ortalamasından rahatlıkla bahsedebiliriz. Sanırım bunun sırrı, gerçek bir aile gibi olabilmekte. “ ” 88 hotel restaurant & hi-tech iş’te kadın bir parçası olduğunu biliyorum. Ailem de biliyor. Ev sahibesi kısmına gelirsek, apayrıyım, alakam yok. Ben çok çocuğum evde.

Sorumuza tekrar dönecek olursak, genel müdürlük ne şekilde geldi, anlatır mısınız?

Genel müdürlük hep hayalimdi ve beklenen zamanda geldi. Demek ki böylesine güzel bir otelin açılmasını bekliyormuşum. Otelimiz daha çok yeni, birinci yılımızdayız. Bense 2 yıldır bu otele bağlı çalışıyorum. Mevcut bir düzen üzerine değil, sıfırdan bir oluşumun içinde yer almak farklı bir duygu ve sorumluluk.

Otellerde genel müdürler ya ön bürodan ya da satış & pazarlama departmanlarından geliyorlar. Sizin kariyer tablonuzda ise satış & pazarlama direktörlüğü daha baskın. Bir genel müdür hangi birimden gelirse daha doğru bir adım olur sizce?

Otel yapılarına genel olarak baktığımda, satış & pazarlama kökenli genel müdürlerin çoğunlukta olduklarını görüyorum. Bunu biraz da şuna yoruyorum, günümüzün ağır rekabet koşullarında satış ve pazarlama çok fazla öne çıkıyor. İşin mutfağından gelmek ve hızlı davranmak işleri sanki biraz daha kolaylaştırıyor. Fakat hiçbir şey tek başına yeterli değil. Bu görevi layıkıyla yapmak için bir genel müdür her şeyden anlamalı. Çünkü bu görev bitmeyen bir eğitim süreci gibi. Yönetim kademelerinde genç jenerasyonun olduğu bir sektör. Kendini an be an yenileyen ve yenilemek zorunda olduğunuz… Benim kişisel görüşüm, satış ve pazarlama müdürlüğü genel müdürlük görevi için büyük bir avantajdır. Fakat bunun yanı sıra operasyonun, finansın ve diğer farklı birimlerin de güçleri yadsınmamalıdır.

Bulunduğunuz pozisyonda kendinizi bir genel müdür olarak nasıl tarif edersiniz?

Mümkün olduğunca eşit, ilkeli ve adilim. Bunu başarabilmek çok önemli. Herkese eşit uzaklıkta olabilmek önemli çünkü bir noktada pozisyonunuz gereği her şeyin ortasındasınız. Bu anlamda eşitlik ve ilkeli olmanız, karar verme sürecinde adil olmanız önemli değerler. Yapı olarak dışarıdan göründüğüm gibi sakin değilim, çok hareketli olabilirim. Gün içinde inen çıkan modlarım olabiliyor. Sonuçta hepimiz insanız.

Biraz da Istanbul Renaissance Bosphorus Hotel’den bahsedebilir misiniz? Bir yıl nasıl geçti, paylaşmak istediğiniz gelişmeler var mı?

Yenilik olarak, Leed Altın sertifikamızı henüz aldık. Bunun mutluluğu içerisindeyiz. Dediğim gibi otelimiz çok yeni, Ağustos ayında birinci yılımızı doldurduk. Baktığınızda yeni açılan otellerin İstanbul piyasasında yer edinmeleri oldukça meşakkatli bir süreç. Teknolojik üstünlüklerimiz, insana yaptığımız yatırımlar, lokasyon avantajlarımız, misafir memnuniyet programlarımız bizi ayrıcalıklı kılsa da sektörde farklılaşmak önemli. Bu anlamda kendini yenileyen ve geliştiren bir grup olduğumuzu söylemeliyim.

Benzer konseptteki diğer otellerden önemli bir farklılık olarak, navigator uygulamasını örnek verebilirim. Nam-ı diğer concierge uygulaması. Otelimizde konaklayan misafirlerimize bu hizmet ile İstanbul’da yollarını bulmalarına yardımcı oluyoruz. İronik bir isimle bir navigatör görevi görüyoruz. Hatta bir adım daha öteye giderek navigator çekmecelerimizde misafirlerimiz için akbiller bile bulunduruyoruz. Çünkü yabancı misafirler bizler gibi taksiyi değil, toplu taşıma araçlarını kullanmayı tercih ediyorlar. Renaissance misafirleri bir kaşif olarak konumlandırılıyor. Çok farklı bir uygulama bu.

Otelimizin bir farklılığı olarak da 17-30 yaş arası grubu kapsayan y jenerasyonunu kendine hedef aldığını söyleyebilirim. Bunu hem otel konseptimiz, dekorasyonumuz, hizmet algımız hem de personelimizde uyguladığımız üniformalar ile yapıyoruz. Bizim üniformalarımızda kravat kullanılmaz. Y jenerasyonu ile beraber z ve millenium da hedef misafirlerimiz arasında.

Çok keyifli bir söyleşiydi. Son olarak İstanbul turizmi ve geleceğine ilişkin öngörülerinizi de bizimle paylaşır mısınız?

2014 yılında çok büyük rakamların İstanbul turizm piyasasına girmesi bekleniyor. Bunun aramızda çok ciddi bir rekabeti doğuracağı kesin. Talepler de bu oranda arttığı sürece hiçbir sıkıntı yok. Fakat İstanbul destinasyonunun sürekli artan bir taleple gitmesi lazım. Kongre turizmi ise olmazsa olmazımız. Dünyadaki gelişen konjonktürde İstanbul her zaman önemli bir değer. Dolayısıyla şehre çılgınlar gibi bir pazarlama yapmamız lazım. Fuarlar dışında belli hedef seçilen ülkelere devlet ve özel sektör destekli çıkarma yapmamız da önemli. Çünkü destinasyon rakiplerimiz çok. Pazarlama çok uzun soluklu bir nokta, bir doyum noktası yok. Yatırımlar her daim devam edecek. İstanbul turizmindeki gelişime ve potansiyele kesinlikle çok pozitif bakıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir