Dilara Hepşen Öztekin: “Dünyaya bir daha gelsem, yine turizmci olurdum”

“Bir daha dünyaya gelsem, yine turizmci olurdum. Çünkü turizme hizmet etmek, insanlığa hizmet etmek gibi bir şey…”

İstanbul’un ilk sanat temalı oteli The Sofa’nın başında en az onun kadar estetik ve tasarım aşığı bir kadın yönetici var. Uzun yıllar Hilton İstanbul’da konaklama sektörüne satış ve pazarlamanın farklı pozisyonlarında katma değer sağlayan Dilara Hepşen Öztekin, son dört yıldır The Sofa Hotel’i bir kadın inceliği ve titizliği ile yönetiyor. “Dünyaya bir daha gelsem, yine turizmci olurdum” diyecek kadar tutkuyla, şeffaflıkla ve elbette özveriyle…

Satışı turizme dair bir hayal olarak yeşertip, genel müdür koltuğu ile taçlandıran otelcilik sektörünün başarılı isimlerinden Dilara Hepşen Öztekin, bu ayki iş’te kadın konuğumuz…

Dilara Hanım, söyleşimize biraz eskiye, öğrencilik yıllarınıza giderek başlamak isterim. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Ben Marmara Üniversitesi Turizm Otelcilik bölümü mezunuyum. 1994-1996 yıllarında İngiltere’de çeşitli dil okullarına ve işletme amaçlı sertifika programlarına katıldım. 1996 yılında Türkiye’ye döndüm.

Turizm okudum ama en büyük hayalim, satışla ilgili bir departmanda çalışmaktı. Çünkü okul stajlarımı ön büro departmanında ve büyük bir keyifle yapmıştım. Türk Hava Yolları da bunlardan biriydi ki, ben en çok müşterilerin buraya nasıl geldikleri ve ne tür bir yolculuktan geçtikleriyle ilgileniyordum. İleride ne yapmak istediğim, ne olmak istediğim gayet açıktı. Fakat bir yerlerden başlamalıydım.

Çalışırken gördüm ki, profesyonel iş hayatında hayal ettiğiniz fırsat bir anda doğmuyor. Beklemeniz gerekebiliyor. Ben o zaman dilimini Çırağan Kempinski’de çalışarak geçirdim. Yaklaşık 56 ay boyunca ön büro departmanında görev aldım. Çırağan, benim için bir okul, kariyerimde önemli bir basamak olmuştur.

SATIŞA İLK HİLTON İSTANBUL’DA BAŞLADIM

Tabii bir yandan da satışa geçmek için başvurular yapmayı sürdürdüm. O dönem Hilton İstanbul’un Satış Direktörlüğünü yapan -kendisi şimdi sektörün başka bir duayen ismidir- Jumeriah Pera Palace Hotel Genel Müdürü Pınar Kartal Timer beni görüşmeye çağırdı. Akabinde 1997 yılında Hilton İstanbul’a Satış Yetkilisi olarak başladım. 2010 yılına kadar da görevimi sürdürdüm.

İlk satış günlerinize geri dönmenizi istersek, Hilton İstanbul, sizin için nasıl bir deneyim oldu, biraz daha açabilir misiniz?

Hilton çok büyük bir yapılanma. Otelin kariyerimde apayrı bir yeri vardır. Göreve Satış Yetkilisi olarak başlayıp, satışın tüm departman ve pozisyonlarında görev aldım. Sırasıyla Müdür Yardımcısı, Satış Müdürü, Halkla İlişkiler Müdürü, Grup ve Organizasyonlar Satış Müdürü, Grup Organizasyonları Satış Direktörü ve de son olarak Satış Direktörü oldum.

2007 ile 2010 tarihleri arasında İstanbul’daki tüm Hilton otellerinin merkezi bir ofisten yönetilmesine karar verildi. O süreçte İstanbul Bölge Satış Direktörü olarak kurulumunda aktif olarak çalıştım. Hilton’dan sonra da The Sofa Hotel’e genel müdür olarak geçtim.

Genel müdürlük, kariyer planlamanızın bir parçası mıydı yoksa hiç hesapta yokken mi önünüze geldi?

Hilton İstanbul’da edindiğim iş ve bilgi birikimini farklı bir işletmede kullanabileceğimi düşündüğüm için kendime böyle bir yol çizdim. Hilton, Türkiye ve dünyanın tartışmasız en iyi markalarından biri. Hatta bir ekol… Dolayısıyla orada edindiğim satış, pazarlama ve operasyon bilgisini bu marka için kullanarak faydalı olabileceğimi düşündüm.

Sonuç itibari ile ben Hilton gibi bir üst markada satışın tüm birimlerinde bizzat görev yaptım. Bundan sonra kendimi otelciliğin farklı bir pozisyonunda değerlendirmek bana daha mantıklı geldi.

Konu genel müdürlüğe gelmişken, bir konuda daha yorumlarınızı almak isterim. Siz satış & pazarlama kökenli bir genel müdürsünüz. Türk genel müdürlerin çoğunluğunu ön büro kökenliler oluştururken, dünyadaki trendler F&B’ye daha ağırlık verdiği söylenir. Sizce

bir genel müdür hangi departmandan gelirse işletme verimliliği için daha avantajlı olur?

Bu sorunun ne yazık ki kesin bir cevabı yok. Yiyecek içecek kökenli bir genel müdürle konuşuyorsanız, yiyecek içecek kökenli olmalı cevabını alırsınız. Benim gözlemlediğim kadarıyla trend biraz değişmeye başladı. Eskiden otellerde daha fazla yiyecek içecek kökenli genel müdürler olurdu. En basitinden benim Hilton’a ilk başladığım dönemde hatırladığım bütün genel müdürlerim öylelerdi. O trendin zaman içinde değiştiğini görüyoruz. Son dönemde daha fazla satış kökenli genel müdürler olduğu doğru.

Dünyadaki trendleri takip ederseniz, son 10-15 yılda satış pazarlama her sektörde inanılmaz bir noktaya geldi. Özellikle internetin yaygınlaşması, satış faaliyetlerinin çoğalması, tanıtımın artması ile beraber satış ve pazarlamanın önemi de arttı. Hatta bu alanın okullarda ayrı bir bölüm olarak okutulduğunu bile tanık oluyoruz. Dolayısıyla hem dijital pazarlama hem klasik pazarlama modelleri son derece kullanılır hale geldi ve satış & pazarlama kökenli insanların kendilerini gösterme şansları daha da yükseldi. Bence görünen en önemli nedenleri bunlar.

The Sofa Hotel, satıştan sonraki ilk genel müdürlük deneyiminiz. Peki Sofa’yla nasıl tanıştınız, o süreci biraz anlatır mısınız?

O dönemler The Sofa Hotel, bir genel müdür arayışı içerisindeydi. Önce otelin yönetim kurulu başkanıyla tanıştım. Sonra oteli gezdim ve çok etkilendim. En çok da tasarımı beni etkiledi. İçeriye girdiğiniz anda otelin oluşturduğu hissiyat; gerek tasarımı gerek dokusu gerekse personelin yaklaşımları ile bambaşkaydı. Pozitif ve enerji dolu bir havası vardı. Bir de tabii The Sofa’nın İstanbul ve Türkiye turizmindeki marka değeri de bu kararımda etkili oldu. Türkiye’de çok az yerli otel var, biliyorsunuz.

Sormak isterim, otelin sizden önceki genel müdürü de bir kadındı. Tema sanat olunca tercihler de kadın yöneticilerden yana mı oluyor, siz ne dersiniz?

İkide iki, güzel bir tesadüf diyelim. Serra Hanım (Serra Arıkök) da benim gibi bu otelde dört yıl görev yaptı, The Sofa şu an sekiz yaşında.

Ama tabii son yıllarda otellere kadın eli daha fazla değiyor. Ve sadece otelcilikte de değil; siyasetten başlayarak bütün sektörlerde kadın eline ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebi de şu, kadınlar çok daha detaycı bir göze sahipler. Bizler yapımız itibariyle çoklu işleri aynı anda yapma konusunda oldukça başarılı ve gayretliyiz. Ve annelik… Organizasyon yeteneğinizi güçlendiren önemli bir avantajımız. Bunu da iyi kullandığımızı düşünüyorum.

The Sofa Hotel gibi, sanat temalı bir otelin yöneticisi olarak, kişisel anlamda sanata ve tasarıma yakınlığınızı ve ilginizi de öğrenebilir miyiz?

Ben de her birey gibi tasarımın çok önemli olduğuna inanıyorum çünkü artık insanlar basmakalıp yapılardan çok hoşlanmıyorlar. Kişiye özel hizmet istendiği gibi kişiye özel kullanım da tercih sıralamasında önde geliyor. Bu anlamda tasarım da benin için çok değerli. Biz The Sofa Hotel olarak çağdaş sanatı oldukça fazla destekliyoruz. Hatta çağdaş sanat fuarının en büyük sponsorlarından biriyiz. Otelde sanat galerimiz de var. Dolayısıyla çeşitli sergilere, müzayedelere ev sahipliği yapabiliyoruz. Ben kendim de sanat ve tasarımla çok yakından ilgileniyorum. Zaman buldukça İstanbul Modern’i ve çağdaş sanatı yakından takip etmeye gayret gösteriyorum.

Bir otel değil, destinasyon pazarladığınızı düşünün. Tanıtım yetersizliklerinden yakınılan Türkiye ve İstanbul için sizin satış ve pazarlama stratejiniz ne olurdu?

Son yıllarda İstanbul’un marka değerinin yükseldiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu şehri 7/24, 12 ay boyunca pazarlamak lazım. Çünkü hala 12 ay boyunca çalışan bir şehir değiliz. Henüz Londra ve Paris gibi popüler bir destinasyon olamadık. Bunu da sadece turistik yanlarınızı ön plana çıkararak yapamazsınız. Bu sadece Boğaz Köprüsü ve Sultanahmet’le olacak bir iş de değil; şehri 12 ay boyunca yaşatmalısınız.

Elimde böyle bir fırsat olsaydı herhalde İstanbul’u sadece tarihi güzellikleriyle değil, etkinlik potansiyeli ile de ön plana çıkarmak isterdim. İstanbul, çok yönlü bir şehir. Etkinlik bakımından da güçlü bir potansiyele sahip. Şehir, uluslararası etkinlikler ve sanat fuarları için iyi alternatif sunuyor. Bunu başarabilirsek, İstanbul’un ve Türkiye’nin 12 ay boyunca çeşitli aktivitelerle hareketlenmesi de sağlanmış olur. Bu aynı zamanda Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısına da olumlu etki eder.

Bunların haricinde İstanbul’da bölgesel pazarlama da doğru bir strateji olabilir. Çünkü İstanbul gerek yüzölçümü gerekse nüfusu olarak oldukça büyük bir şehir. Üç günde tüketilecek bir şehir asla değil! Nişantaşı, yeni bir destinasyon oldu. Aynı şekilde Asya Yakası da… Tüm bunları kullanarak şehri bölgesel olarak tanıtmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Kendinizi bir yönetici olarak nasıl tarif edersiniz, satış & pazarlamadan sonra genel müdürlük görevi nasıl gidiyor?

Ben açıkçası kendimi çok fazla genel müdür gibi konumlandırmıyorum. Sonuç itibari ile çok büyük ölçekli bir otel değiliz. Çalışan sayımız yaklaşık 90 kişi. Bu biz yönetenler için büyük bir avantaj. Çünkü bu sayede onları tek tek tanıma şansımız da oluyor. Gerek departman yöneticileri gerek şefler gerekse takım arkadaşlarımızın hepsini yakından tanıyıp nelerden hoşlandıklarını kolayca görebiliyoruz. Dolayısıyla ekip arkadaşlarımızla aramızda kesin çizgiler olmuyor.

Benim yönetici olarak en büyük özelliğim, sanırım kapımın her zaman açık olması. Ben hiçbir zaman kapılar arkasında çalışıp, personelin zor ulaştığı bir yönetici olmadım. Zaten hiçbir yöneticilik mertebesinde bunu yapmadım. Hilton’da da açık ve şeffaf bir ortamda çalışırdık. 30 kişilik satış ekibini yönettiğim zamanlar oldu.

Onun haricinde insanları rahatlan bir tarzım ve duruşum olduğunu düşünüyorum. Çok iyi bir dinleyicim, iyi empati kurarım. “Bundan sekiz yıl önce ben de bu pozisyondaydım” derim ve karşımdakini anlamaya çalışırım.

Özel zamanlarınızda neler yapmaktan hoşlanırsınız?

Benim iki tane oğlum var, zamanımın arta kalan kısmını çoğunlukla çocuklarım alıyor. Kendime şahsi olarak ayırabildiğim zamanlarda ise spor yapıyorum. Spor yapmak benim için bir yaşam şekli.

Bunların dışında iş amaçlı seyahatlerim oluyor. Bir ülkeyi gezerken, klasik noktalarını ziyaret etmek bana büyük bir keyif veriyor. Sanat temalı bir otel işlettiğimiz için gittiğim ülkelerdeki sanatçıların galerilerini ve modern sanat müzelerini görmeye ayrıca özen gösteriyorum. İstanbul’da fırsat buldukça yeni açılan sergileri takip etmeye çalışıyorum. İstanbul Modern’de dönemsel olarak açılan sanat kursları da ilgimi çekiyor. Son olarak “ Çağdaş Sanatı ve Tarihi” adlı bir kursa katıldım. Türkiye’de 1920’lerden bugüne sanatın gelişimi ile ilgili bir kurstu.

Bundan sonraki hedefleriniz neler?

Ben turizmi severek seçtim ve son derece memnunum. Bir daha dünyaya gelsem, yine turizmi seçerdim. Çünkü turizme hizmet etmek, insanlığa hizmet etmek gibi bir şey. Tatil satıyorsunuz, hayal satıyorsunuz ve bu benim çok hoşuma gidiyor. Bizim insanımız bir yıl çalışır, yıl boyu 15 günlük tatilin hayalini kurar, onun planını yapar. Bunun bir parçası olmak asıl keyif verendir.  Turizm dediğiniz, Türkiye için önemli ve önü açık bir sektör, gelişime açık. Herhalde bundan sonra kurumsal hayatta bu şekilde yoluma devam ederim diye düşünüyorum.

The Sofa Hotel’de şu an neler oluyor, paylaşmak istediğiniz yeni projeler var mı?

The Sofa Hotelde yenilik her zaman var, bir defa onu söyleyeyim. Frankie Restaurant açılalı 2 yıl oldu. Geçen yıl Holl Arts sergi salonumuzu açtık; orada dönem dönem hem Türk hem yabancı sanatçıların eserlerini sergiliyoruz. Holl Arts’ı aynı zamanda kendi aktivitelerimiz dışında kiralayabiliyoruz da.

Onun dışında cafemizi yeniledik. SPA merkezimizde yenilikler yapıyoruz. Yakın bir zamanda Hintli bir terapistle anlaştık.

Baktığınızda Nişantaşı’nda konaklama, restoran, gece kulübü, SPA, sanat galerisi ve toplantı olanaklarının bir arada olduğu, hepsini bir arada görebileceğiniz bir otel daha yok. En önemlisi, sanat galerisi hiçbir otelde yok.

Bizim The Sofa Hotel olarak yeni projelere ev sahipliği yapma isteğimiz her zaman var. Yine The Sofa kalitesinde, aynı marka altında fakat farklı bir lokasyonda yeni bir otel açmayı planlıyoruz. Yine Nişantaşı gibi bölgesel bazda İstanbul’da gelişebilecek belli noktalar üzerinde araştırmalarımız sürüyor. Bu bir Boğaz hattı da olabilir, Karaköy de olabilir. Ama dediğim gibi henüz kesinleşmiş bir bölge yok, çalışmalar sürüyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir