İşiyle de “enerjik” ruhuyla da… Aslı Pasinli ile çok özel söyleşi

Röportaj: Hatice Ünal Bilen

Fotoğraflar: Hakkı Günerkan

 “İyi giden bir kariyeri bırakmak benim için çok zor bir karardı, endişeler içindeydim. Ama korktuklarımın hiçbiri olmadı, yeme içme sektörünü çok sevdim…”

 Önce hayal ettiler, balayında bir tek onu konuşasıya kadar… Sonra dokuz ortaklı bir dostluk hikayesiyle, tıpkı adını verdikleri kudretli Banyan ağacı gibi büyüttüler o hayalleri. Hiç bilmedikleri bir dünyada ortak bir hayalin peşinden koşacak kadar gözü kara ve cesur, risk alacak kadar hep güçlü ve başarılıydılar.

Banyan Restaurant’tan sonra Kuruçeşme’de üç yeni markayı da yeme içme sektörüne katan Soul Group’un kurucu ortaklarından ve Turizm Restaurant Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği Başkan Yardımcısı Aslı Pasinli “iş’te kadın’ konuğumuz…

Önce Banyan Restaurant, ardından Soul Group’a kattığınız üç yeni marka daha. Restoran sektörüne girişiniz ilk nasıl oldu?

Ben Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümü mezunuyum. Benim kariyerime yön veren okuduğum bir makale olmuştur. Çok enteresan bir hikayedir o. Coca-Cola o sene, dünyanın en çok sevilen şirketi seçilmişti, ben bundan çok etkilendim. Onun üzerine şirketin dünya merkezinde çalışmak gibi bir hedef koydum kendime. Başlangıçta benim için sadece bir hayaldi ve ne mutlu ki gerçek olabildi.

Okulu bitirdikten hemen sonra Amerika’ya giderek işletme master’ı yaptım. Tabii çevremdeki herkese de “Ben Coca-Cola’da çalışmak istiyorum” diyorum. “Kolay gelsin” diyorlar… Bir Türk kızı gelmiş, Coca-Cola’da çalışmak istiyorum diye tutturuyor. Hani “Bir şeyi çok istersen olur” derler ya, şansınız da yaver gidince tüm kapılar açılıyor.

Tesadüf, hocalarımdan biri orada ders veriyor… Kendisi finansçı, benim de finans derslerim iyi. Ders verdiği öğrencilerinden bir tanesi de şirkette çalışıyor, o sene Türkiye üzerine bir proje hazırlıyor. Birgün evime telefon geliyor. Bana bilet yollayacaklarını söyleyip görüşmeye çağırıyorlar. Tabii okulda büyük olay, bir şölen havası esiyor. Hiç unutmam, iş görüşmesine Türk bayrağıyla gittim ve Atlanta’da şirketin dünya merkezinde işe başladım. Sonra Türkiye’ye transfer oldum. Toplam altı sene uluslararası şirket tecrübem oldu.

j

Coca-Cola’daki göreviniz neydi?

Önce stratejik planlamada çalıştım. Daha sonra pazarlamaya geçtim. Pazarlama benim için biçilmiş bir kaftandı adeta. Çünkü işin içinde insan ilişkileri, yaratıcılık, inovasyon ve fikir vardı. İnsan ilişkilerinin yoğun olduğu bir iş yapmak istiyordum, onu anladım. İşin içinde biraz yaratıcılık ve sanat dokunuşu olmalıydı… Aslında hayalim o zamanki bilinçle iş hayatına atılmaktı. Kendim hep bir şeyler yapmak istiyordum ama tam olarak da ne istediğimi bilmiyordum. Aslında bir insanın ne istediğini anlaması 30 ve 40’lı yaşlarında oluyor. Ben bir şekilde kendimi denize attım ama sonrasında pazarlama bölümünde çalıştım. İşin pazarlama kısmını çok severek yaptım. Coca-Cola da bunun okulu tabii, dünyada pazarlamayı en iyi yapan şirketlerden bir tanesi. O anlamda o şirkette çalışmak bana çok şeyler katmıştır.

Neredeyse iş hayatımdaki bütün alt yapım orada oluştu. Restoran sektöründeki kurumsal bakış açımı tamamen orada kazandım ve bunun şu an yaptığım işe büyük bir değer kattığına inanıyorum. Aynı şekilde TURYİD’deki kurumsal bakış açımın kaynağı da odur.

Kurumsallık güzel ama dezavantajları da yok değil. Fazla büyüksün, hantalsın, prosedürleri olmak zorunda. Restorancılıkta karar süremiz en fazla 10 dakika. Oradaki gibi uzun süreçler değil… Yine de ben bu işleri hep o kurumsal alt yapı ve profesyonellik mantığıyla ama küçük aile şirketi esnekliğiyle yapmaya özen gösteriyorum.

Şirketten ayrılmaya nasıl karar verdiniz?

O çok zor bir karardı. Çünkü çok iyi giden bir kariyerim vardı. Kişiliğimle de özdeşleşen bir alandı ve severek yapıyordum. Şirket şahaneydi… Fakat bir yandan da içimde hep kendi işimi yapma hevesim vardı.

2002 yılında eşim Cem ile evlenince Tayland’a, balayına gittik. Bir baktık, bütün bir balayı boyunca sadece iş konuşmuşuz. Çünkü restoran açmak, ikimizin de en büyük hayaliydi. Bir restoran açma fikri balayında çıktı aslında. Hatta hiç unutmuyorum, Banyan ağacının önündeyiz. Oradaki yemeklerden de çok etkilenmişiz. O yüzden İlk Nişantaşı’nda açtığımız Banyan ismi de o ağaçtan geliyor.

“BANYAN, BİR DOSTLUK HİKAYESİDİR”

Uzun konuşmaların ardından “Hadi yapalım” dedik. Fikir güzeldi ama en büyük sorun işin finansman kısmıydı. Derken aklımıza çok enteresan bir model denemek geldi. Ufak hisseler oluşturup, bir iş planıyla kendi çevremize sorduk. Bir ay içinde ihtiyacımız olan bütün parayı topladık. Biz de emek koyarak hisse aldık. Finansman işini o modelle çözüp, dokuz ortakla işe başladık. Konsepti oluşturan, kuran ve yöneten biz, finanse eden ise diğer dokuz ortağımızdı. Harika bir ortaklık ilişkisiydi. Herkes işin bir tarafından tuttu. O yüzden Banyan, bir dostluk hikayesidir aslında.

Zaman içinde biz diğer ortaklarımızdan hisseleri geri aldık. Şimdi hala yabancı bir ortağım var, sadece o devam ediyor. Banyan’ı açtığımız ilk beş senemiz büyük mücadelelerle geçti. Kurumsal alt yapı güzel ama insanın kendi işini yapması bambaşka bir sorumlulukmuş, onu gördük. Sudan çıkmış balığa döndük. Ama sevdiğim bir işti. Diğerini de seviyorum tabii ama hayalin peşinden koşmak ve onu yapmak apayrı bir duyguymuş. Bir şey üretiyor olmak, bunca insana istihdam sağlamak, vergi ödemek bile aslında bizim için gururlandığımız bir konudur. İşveren olmanın verdiği bambaşka manevi tatminler var, söylemek istediğim.

2

“KENDİ İÇİMİZDE DEV OLMAK İSTEDİK”

Banyan aslında ilk restoranımız, önce Nişantaşı’nda başladık, sonra Ortaköy’e taşıdık. 10 seneye yakın sadece Banyan’a fokus olduk. O arada teklifler de aldık. Fakat biz hiçbir zaman çok büyük olmayı hedeflemedik. Bizim hedefimiz, hep kendi içinde bir dev olmaktı. Bu arada yatırımcılar gelip gittiler, şubeleşmeyi düşünüp düşünmediğimizi sordular.

Ancak ben büyük olmanın zincir olmakla değil, yaptığınız işin kalitesiyle orantılı olduğuna inanırım hep. Kendi içimde dev olmak isterim. Cirosal dev olmayadabilir. Sağlıklı bir ekonomik yapılanma ve kalitenizle sektörde örnek teşkil edilebilecek bir noktada olabilirsiniz. Bunun karşılığını da fazlasıyla aldık. Banyan, geçen 12 senede 10 farklı ödül almıştır.

Sizin için kariyeri bırakıp restoran işine girmek zor bir karar olmuş, ya aileniz için? Bir hayalin peşinden koşan çocukları için tepkileri ne oldu?

Ben gençliğimde daha çok başarı odaklıydım. Girebileceğim en zor okul neresi, çalışabileceğim en iyi firma neresi, kararlarımı hep o şekilde verirdim. Beni en çok ilgilendiren, neyi istediğimden çok, işin zorluk kısmıydı. Babama söylediğim zaman tabii perişan oldu, çok üzüldü. “Bu kadar okuttuk, restorancı mı olacaktın” dedi mesela… Babamın hayal kırıklığı da şundandı, o zamanlar yeme içme sektörü bu kadar profesyonel değildi.

Dediğim gibi, benim için çok zor bir karardı. İyi giden bir kariyeri bırakıp, kendi kısırdöngümde acaba vizyonumu kısıtlar mıyım endişeleri içindeydim. Ama korktuklarımın hiçbiri olmadı, tam tersine sektör çok olumlu yönde gelişti. Hatta daha da kurumsallaşması için ben de TURYİD aracılığıyla çok uğraşıyorum.

Doğuş Grubu’nun satın almaları tabii bir yatırım ve iş olarak bu sektörün daha ciddiye alınmasını sağladı. Böyle olunca daha kalifiye insanlar da bu sektöre girmeye başladı. O da sektörün gitgide daha iyi noktalara gelmesine sağlıyor. Bu sebeple hem maddi hem de manevi olarak iyi ki yapmışım dediğim bir noktadayım.

Banyan Restaurant’ın başarısını neye bağlıyorsunuz?

Bence Banyan’ın başarısı, ruhu oldu. Aslında şirketimizin adı olan “Soul Group” da oradan geliyor. “Food for the soul”, ruhu besleyen yemekler ve ruhu besleyen mekanlar… Detaylar, dokunuşlar, eleman seçimlerimiz ve her biri ruhumuzu yansıtır. Eşimle beş sene evvel ikinci markamızı da açalım dedik ve Alaçatı’da Kydonia’yı açtık. Bu arada iki oğlumuz oldu, hatta büyük oğlum Banyan ile birlikte büyümüştür.

Biz daha çok amatör ruhla yaşadığımız yerde iş yapmayı seviyoruz. Anadolu Yakası’nda da açmıyoruz. Belki bu kadar zincirleşmenin ve ticaretin hüküm sürdüğü bir ortamda çok da ticari olmayan bir karardı. Yaşadığımız yerlerde birbirinden farklı konseptler oluşturabiliriz ve bu da ticari olarak anlamlı olabilir diye düşündük.

Alaçatı’dan sonra onu İstanbul’da da açalım istedik. Mekan arayışındayken eski bir şarap imalathanesi olan Kuruçeşme’deki mekanı bulduk. Aslında normalde bir konsept oluşturup bir mekan ararsanız ama burada Kydonia’ya mekan ararken diğer konseptlere de mekan ilham oldu. Aslında bu kadar büyütmeyi düşünmüyorduk. İncirli Şaraphanesi ilk katında, ikinci atında Kydonia ve üçüncü katında La Mancha olarak üç farklı konsepti hayata geçirdik. Üçü de çok keyifli gidiyor.

Yeme içme dışarıdan bakıldığında erkek egemen bir sektör. Kadın olarak zorlandığınız oluyor mu?

Bu işe girerken beni çok korkutmuşlardı. Gece işi, mafyası vardır diye tabii. Neyse ki korktuğum gibi olmadı. Bütün risklerini bilerek bu işe girdik. Restorancılık gece işi olmasına rağmen büyük bir kısmı gündüz yapılıyor. Ben daha çok gündüzleri işimde oluyorum. Geceye kalıyorsam o da daha çok keyif için oluyor.

Bir kadın olarak derseniz, bu meslekte kadın yaklaşımı çok kapı açıyor, onu inkar edemem. Erkek egemen bir sektörde kadın olmak, hem enerji hem de yaklaşım olarak farklı bir sinerji ortaya koyabiliyor.

Son yıllarda yeme içme sektörünün gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeme içme, ben bu mesleğe başladığım yıllarda hem itibar hem de ilgi alanı olarak çok ön planda olan bir sektör değildi. Ama son beş senede çok ivme kazandı. Misal, birçok arkadaşımın çocuğu aşçılık okuyor. Bu çok sevindirici. Artık restorancılık bir meslek olarak değer görmeye başladı. Hatta üniversitelerde gastronomi bölümleri açıldı.

Bu sebeple de yeme içme sektörünün gelişimini çok olumlu buluyorum. Uluslararası yatırımcılar da Türkiye’deki bu hareketliliğin farkındalar. Aynı şekilde ülkemizdeki markalar da yurt dışına açılmaya başladı. Bunu da çok kıymetli buluyorum. Ne kadar mutlu ki, artık bu sektörde yurt dışına markalarımızı ihraç edebiliyoruz.

Şubeleşmek gibi bir planlamanız yok anladığım kadarıyla ama markalar olarak yurt dışına açılmayı düşünüyor musunuz?

Aslında tabii hiçbir şeye de kapalı olmamak lazım. Kydonia, Ege ve Türkiye’yi temsil eden bir marka olduğu için onu şubeleşmeye en yakın marka olarak onu görüyoruz. Şu sıralar görüşme halinde olduğumuz Arap yatırımcılar var. Herhalde en yakında o görünüyor.

111

 Biraz da TURYİD ile ilgili çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Derneğin Başkan yardımcılarından biri de sizsiniz. Derneğe kadın kimliğinizle neler kattığınızı düşünüyorsunuz?

La Mancha’yı açınca toplam kapasitemiz 700 kişiye ulaştı. Sektör bazında orta ölçeği geçtik diye düşünüyorum. 15 senelik iş tecrübesinin verdiği rahatlıkla sektörel oluşumlara girme fırsatımın doğduğunu fark ettiğimde TURYİD’e girdim. Katkılarım konusunda yine kurumsal alt yapımdan söz edeceğim. Ben o kimlikle çalışma arkadaşlarıma farklı bir yaklaşım kazandırdığımı düşünüyorum.

Onun dışında arkadaşlarım “derneğe enerji getirdin” diyorlar. Hep birlikte güzel bir sinerji oluşturduk ve beraber güzel işler yapmaya çalışıyoruz. Raporlama işine el attık. Festivaller yapıyoruz, bir de Yeşil Nesil Restoran Hareketi’ni başlattık. O beni çok mutlu eden projelerden biridir. Sektörde fark ortaya koymak anlamında önemliydi. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir hocamla sohbet esnasında ortaya çıkmış bir fikirdi. TURYİD’e götürdüm. La Mancha olarak Türkiye’nin ilk yeşil nesil restoranı olduk, sertifikamızı aldık. Şimdilerde onu yaymaya çalışıyoruz.

TURYİD olarak hem sektörün kurumsallaşmasında rol almaya çalışıyoruz. Hem de Türkiye’de gastronominin bir turizm dalı olarak algılanmasına ve yurt dışında bir turizm kolu olarak konumlandırılmasına hizmet ediyoruz.

Özel yaşamınızda neler yapmaktan hoşlanırsınız?

7 ve 11 yaşlarında iki oğlum var. Ailece bisiklete binmeyi, yazları sörf yapmayı, kayak yapmayı, kaya tırmanışlarını, sinemaya gitmeyi çok seviyoruz. Bunlar aile aktivitelerimiz. Erkek egemen bir ailedeyim ben, üç erkeğe ayak uydurmaya çalışıyorum diyelim ama tabii ben de o sporları seviyorum.

Kendime ayırdığım zamanlarda ise, yogayı çok yoğun yapıyorum. Sabahları Boğaz’da yürüyüş yapmayı severim. Spor hayatımın önemli bir parçası.

Bize biraz da kendinizi anlatır mısınız? Aslı Pasinli nasıl biridir?

Bana söylenenlerden yola çıkarak kendimi anlatabilirim ancak… 40 yaşımda, kendimi daha iyi tanımaya başladığımda, “Bana Allah tarafından verilen en büyük hediye nedir” diye sorguladığımda, bunun yanıtı, iyi bir enerjiyle doğmuş olmamdır sanırım. Bu, bana bahşedilmiş en büyük hediyedir ve hep buna şükrediyorum.

Annem de hep anlatırdı, “Çocukken uyandığında hiç ağlamaz, hep gülerdin” diye. Keza birlikte çalıştığımız aşçılarımız da aynı şeyi söylerler, “Aslı Hanım siz gelince moralimiz düzeliyor” derler bana.

Özellikle bu sektörde yüksek enerjinin çok kıymetli olduğunu anladım. Çünkü aslında bizler enerji satıyoruz. İnsanlar buraya mutluyken de geliyor, üzgünken de. Mekana girildiğinde enerji hissediliyor.

Onun dışında sahip olduğum iyi eğitim ve güçlü kurumsal alt yapım altın bileziklerim oldu. Hem adalet hissim kuvvetlidir hem de içgüdüyle iş yaparım. Bu biraz da kadın olmanın getirdiği bir değer sanırım. Biraz bakar, 30 saniye içinde karar verir ve analizlerle o kararımı sonuçlandırırım. Biraz çocuksuyum, özellikle de çocuklarım bu özelliğimi çok severler.

Kendimde sevmediğim bir özelliğim, daha planlı olabilirim, mükemmeliyetçi değilim ama o yönümden çok memnunum. Ben yüzde 80’ciyim. Çok son dakikacıyım, enerjimi oradan aldığımın da farkına vardım.

Şu an kendinizi hayallerinizin neresinde görüyorsunuz?

Herhalde zirvedeyim diye düşünüyorum. Şöyle ki, ilk açılışımdaki röportajlarımı okudum, ne yapmak istediğimi sorduklarında “İnsanların hayatında fark oluşturacak şeyler yapmak istiyorum” demişim. Geçen 10 sene içinde hem kendi işimi yapmışım hem de TURYİD’le beraber girdiğim projelerle sektörde fark oluşturan işler yaptığımı düşünüyorum.

Akademik olarak da kendimi besleyebildiğim bir kariyer yolundayım. İş hayatımda ailemle ilgili arzu ettiğim esnekliklerim var, o da çok önemli tabii.

 Bundan sonraki idealleriniz, hayalleriniz arasında neler var?

Bundan sonra da yine topluma ve sektöre fayda sağlayacak, fark ortaya koyan oluşumlar içinde olmak istiyorum. İleride “Yeşil Nesil” gibi birkaç proje daha yapmak isterim. Hayatımın bir noktasında kimsesiz çocuklarla ilgili bir proje gerçekleştirmek istiyorum.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir