Ruhu Gezgin Gönlü Girişimci

Gülsen Kırbaş

Biyolog olma yolunda hevesle yürürken, her defasında önüne çekilen setlerin bir anlamı olmalıydı… Nitekim gezgin avukat bir babanın ruh ikiziydi, daha sekizini bile doldurmadan yayla turizmini yaşamıştı. Belki de o yüzdendi; biyolojiye gönül verirken bile ruhunu fayda yüklü ideallerle seyahate teslim edişi… Ve gün geldi, kendi ağzından söylediği gibi, “eğrisi doğrusunu buldu”… Dolambaçlı yollardan da olsa turizm, ‘novitas’ı oldu, yepyeni başlangıçlarla kendini içine çekti… Bu sayımızda Kastamonu turizmine değer katan ilk kadın girişimcilerden; Novitas Turizm ve Uğurlu Konakları’nın değerli sahibesi Gülsen Kırbaş’ı iş’te kadın sayfalarımızda ağırladık.

Gülsen Hanım, turizmle yollarınız nasıl buluştu?

Ben tamamen bir bahtsızlık, şanssızlık sonucu turizmci oldum ama iyi ki de olmuşum. Bana yakışan, kişiliğime uyan da buymuş. Derler ya hani, “eğrisi doğrusunu buldu” diye… Dolambaçlı bir yoldan da olsa hayatta doğru yolu bulduğumu ve kişiliğime uygun bir mesleği seçtiğimi düşünüyorum. Peki benim turizm hikayem nasıl başladı, ona anlatayım… Beni tanıyan herkes hikayemi iyi bilir zaten. Ben ilkokul yıllarımdan itibaren çok başarılı bir öğrenciydim. Bütün girdiğim okullarda hep okul birinciliği aldım. Çabuk kavrardım ama çalışmayı da çok severdim. Ama diğer taraftan da çok yaramaz ve hiperaktif bir çocuktum. Fazla enerjiktim, vücudumun her tarafı yara bere içindeydi. Şu an bile öyledir… Hareketli bir çocuk olmama rağmen gündüzleri oyun oynarama geceleri de derslerime çalışırdım. Ben gece insanıyımdır, öyle anlatayım. Belki bir miktar kendi ilgi alanlarım bir miktar da öğretmenlerimin telkin ve yönlendirmeleriyle bir bilim kadını olmayı hayal ettim. O zamanlar daha çok fen bilimleri, pozitif bilimlere ilgi duyardım. O doğrultuda biyoloji okumayı çok istedim. Ben liseyi Avusturya Lisesi’nde okudum. Bilindiği gibi çok köklü bir okuldur, keza öğretmenlerimiz de çok kıymetlilerdi. Dolayısıyla biyoloji öğretmenlerim beni öteden beri hep çok etkilemişlerdir. Bu sebeple de orta ikinci sınıfta biyoloji okumaya karar verdim. Ben biraz farklıydım… Ne bileyim, Afrika’ya gideyim, soyu tükenmekte olan hayvanları kurtarayım veyahut deniz altında nesli tükenmekte olan canlıları inceleyeyim gibi düşlerim vardı. Fakat enteresan olan, hepsinin bir şekilde gezmekle bir bağlantısının olmasıydı.

b

“Seyahat hevesim babamdan geçen genetik bir özellik”

Sanırım seyahat hevesim bana babamdan geçen genetik bir özellik. Benim babam, Hüseyin Perçin, bir avukattır ama gezgin bir avukattır. Türkiye’de belki de ilk seyahat kitaplarını yazan insanlardan biridir o. Babam içinde gezme ateşi olan bir insandı “Hiç unutmam, babam ortaokulu bitirdiğimde beni ödül olarak Almanya, Avusturya, İsviçre’ye götürdü, trenle seyahat ettik. Yine bir Karadeniz turuyla 1965 yılında Rize’de Ovit Yaylasına çıktığımızı anımsıyorum. Ben daha sekiz yaşımdayken yayla turizmini yaşadım.” ve ben de kişilik olarak ona çok benzediğimi düşünüyorum. O ruh bende hep vardı zaten. Babamla birlikte biz kopar giderdik çoğu zaman… Hiç unutmam, ortaokulu bitirdiğimde beni ödül olarak Almanya, Avusturya, İsviçre’ye götürdü, trenle seyahat ettik. Yine ailecek bir Karadeniz turumuzda 1965 yılında Rize’de Ovit Yaylasına çıktığımızı anımsıyorum. Ben daha sekiz yaşımdayken yayla turizmini yaşadım. Bu hatıraların hepsi bende önemli bir yer etti tabii ki. Gezmek her zaman bir tutku oldu benim için. Ama dediğim gibi liseyi bitirene kadar en büyük hayalim biyoloji okumaktı.

Peki biyolojiden kopuşunuz; gezme, seyahat turkunuzu bir turizmci olarak profesyonel hayata geçirişiniz hangi dönem ve nasıl bir kararla oldu?

1970’li yıllarda Moleküler Biyolojiye merak sardım. O zaman Boğaziçi Üniversitesi’nde Biyoloji bölümü daha yeni açılıyor.Üniversiteyi çok yüksek bir puanla kazanarak girdim. 1980 öncesi; ülkenin en çalkantılı yılları… Okulumu bir takım zorluklarla da olsa bitirebildim. Ardından eğitimime yurt dışında devam etmek istedim. Berlin’de Max Planck Institut’a başvurdum ve ilk Türk öğrenci olarak kabul edildim. Almanya’ya gidip yerleştim, derslerim ve her şey çok güzel gidiyor. O ara Almanya’da Türkiye’den sığınmacı çok sayıda kaçak insan yaşıyordu. Polis oturma iznini bile zor veriyordu. Hatta Berlin’e öğrenci sıfatıyla gittiğim halde mesnetsiz sorunlarla oturma iznimi Türkiye’deki konsolosluk üzerinden almam için beni yönlendirdiler, öyle düşünün… Bu yaşananlar çok can sıkıcıydı tabii. Çünkü ders dönemindeyiz, okulu bırakmam zor. Bir şekilde Türkiye’ye döndüm. Yine de burada başvurumu yaptım. Geri döneyim mi dönmeyeyim mi diye kara kara düşünürken şimdiki eşim Prof. Dr. Dursun Kırbaş ile karşılaştım. Kendisi çok eskiden beri tanıdığım bir arkadaşımdı ama bir süredir görmüyordum. Yeniden karşılaşınca benim o halim üzerine, kendisi de Nöro Psikiyatrdır zaten, “Dur ben sana rahatlatıcı bir tedavi uygulayayım” dedi. Bunu yaparken de bir şekilde yakınlaştık ve evlenmeye karar verdik. Unutmadan şunu da söyleyeyim, benim Almanya vizem de çıktı. Ama kafam o kadar atmıştı ki, kendi kendime “Berlin daha yolun başında bana bu zorlukları çıkarıyorsa, sonrası ne olur?”dedim ve Almanya’ya dönmedim.

Almanya’ya veda, Türkiye’ye yeniden merhaba!

Madem burada kalmaya karar verdim, onun üzerine Türkiye’de imkanlar araştırmaya başladım. O ara eşim Manisa SSK Hastanesi’nde mecburi hizmet yapıyordu. Ben de onunla gittim. En yakın olarak doktora için Ege Üniversitesi’ne başvurdum. O dönem doktora değil, master açıyorlardı. Sınavda 100 üzerinden 110 puanla aldılar beni. Fakat öğrenci olmadığı için bölümü açamadılar. Yani biyoloji hayalimde önüme hep engeller çıktı. Ben diyorum ki, “Evren beni başka bir yöne doğru göndermek istiyormuş.” Çok başarılıydım ama imkanlar önümde bir türlü açılmak bilmiyordu. Tabii o zamanlar öyle değerlendiremiyordum ama şu anki dünya görüşümle her şeyin bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ben de ister istemez turizme doğru yöneldim

IMG_4503 copy

Turizm sektörüyle ilk nasıl tanıştınız, biraz daha açabilir misiniz?

Manisa’da oturuyorum, Ege Üniversitesi’nde okuyorum, başvurumu yapmışım, kaydım hazır… Sadece bir sonraki sömestr derslerinin açılmasını bekliyorum. Bölüm açılmayınca ben de Boğaziçi Üniversitesi Biyoloji bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Haftaiçi İstanbul’da, haftasonları da Manisa’da eşimin yanındayım. Sene 1985 ve birgün yine evimdeyim, çok sıkılıyorum. Hürriyet gazetesini açtım. Orada Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verdiği kocaman rehberlik kursu ilanını gördüm. Evde boş durmayayım düşüncesiyle rehberliğe başvurmuş biriydim ben. En büyük avantajım, İngilizce ve Almanca dillerine olan mükemmel hakimiyetimdi ve sınavları kazandım. Gündüzleri araştırma görevlisi olarak çalışıp, saat 18.00’den sonra da rehberlik kurslarına devam ediyorum. Bu süreç altı ay kadar sürdü. Ekim 1985’te rehber oldum. O aşamada bir karar vermek zorundaydım. Ya üniversiteye devam edecek ya da turizme girecektim. O altı ay artık beni nasıl cezbettiyse yoluma turizme devam etmeye karar verdim.

Sahi o altı ayda neler yaşadınız, turizm sizi içine nasıl çekti? Hatırınızda kalan anılarıyla bize de anlatır mısınız biraz?

Her şeyden önce öğretmenlerimiz çok iyiydi. Tarih, arkeoloji, sanat tarihi, mitoloji, psikoloji, coğrafya gibi her türlü dersi en iyi seçilmiş öğretmenlerden aldık. Ve ben o dönem Türkiye’yi hiç tanımadığım yönleriyle tanıdım. Hatta gururla söylüyorum ki, benim zamanım çok müstesna ve başarılı turizmciler çıkardı. Sektörümüzün, kültür turizminin duayenleri hep benim sınıfımdan çıktı. O bakımdan da çok mutluyum.

Okul ve öğretmenler dışındaki faktörler daha başka neler olabilir? IMG_4487 copy

Bakanlık da o dönem bu işi çok ciddiye alıyordu. Kurslar gerçekten iyiydi, öğretmenler çok iyi seçiliyordu ve katılanlar kalifiyeydi. O zamanlar üniversitelerin rehberlik bölümleri yoktu. Yaş ortalaması olarak şimdikilerden daha ilerideydiler. Aramızda 50-60 yaşın üstünde ağabeylerimiz bile vardı. Benim gibi belli bir hayat tecrübesi, birikim ve kültürle gelen insanlardı bunlar çoğunlukla ve turizmi daha sonradan seçmiş kişilerdi. Şimdiyle kıyasladığımda şu anki çocukların ortalama eğitim seviyelerini iyi biliyorum. Ayrıca ben Kastamonu Üniversitesi’nde rehberlik bölümü öğrencilerine de ders veriyorum. Şunu özellikle ifade etmek isterim, bugün öğrencilerin birçoğu liseden sonra istemeden, sırf puanı tuttuğu için okula devam ediyorlar. Dolayısıyla şu anki rehberliğe adım atanların birikim ve donanım seviyeleri bence benim dönemimdekilere göre çok daha alt seviyede. Ama bu zaten tamamen şevk işi. İsteyen kendisini geliştirir. Bizim mesleğimizde de öyle. Kendinizi geliştiriyorsanız yukarı doğru ilerliyorsunuz. Değiştirmiyorsanız zaten meslek sizi eliyor ve başka bir tarafa yönleniyorsunuz. Dolayısıyla şu ankiler için söylüyorum, kendilerini geliştirenler de iyi rehberler oluyor.

Tekrar sizin rehberlik serüveninize dönmek isterim. 1985 yılında rehber olduğunuzu söylediniz, peki sonraki süreç nasıl gelişti?

Evet ben rehber oldum. Başından beridir biyolog olmamı isteyen hatta beni kendi imkanlarıyla Almanya’da okutan babam rehberliği ne kadar sevdiğimi ve zevkle yapabileceğimi gördüğünde bilerek beni turizme teşvik etmiştir. Mekanı cennet olsun, kendisi maalesef çok erken aramızdan ayrılmıştır. Benim ailem rehberliği başarabileceğime inandığı noktada önümde durmadı, hatta teşvik ederek desteklerini esirgemedi. Bundan dolayı herbirine minnettarım. Neticede turlara çıkmaya başladım. 1985-1990 arası Türkiye turizminde bir altın çağdı. Her ne kadar Körfez krizi etkisiyle turlarımızda düşüşler yaşasak da bizler o altın dönemi yaşadık. Ülkemize milyonlarca turist geliyor ve biz hiçbir şekilde işsiz kalmıyorduk. Otobüslerin birinden iniyordum, birine biniyordum. Bu arada yeni evliyim, genç bir eşim var evde. O da bana “hoş geldin” ve “güle güle” diyor. Ama çok anlayışlı bir insan ve zaten o olmasa bu işi yapamazdım asla. Altı sene bu tempoda çalıştım. Maddi manevi çok iyi geldi ama… Alman bir acentada çalışıyordum ve turizmi de çok iyi öğrendim. Yani o dönem yaptığım rehberlik hakikaten Türkiye’yi, Anadolu’yu ve Türk turizmini öğrenmemde önemli bir temel olmuştur. Dediğim gibi Körfez krizinden sonra ülke turizminde de bir durgunluk oldu. O ara güzel kızımı doğurdum. Üç sene hiç evden çıkmadan kızıma annelik yaptım. Biraz büyütüp, kreşe verince 1995’te yine kara kara düşünmeye başladım. Biyolojiye de tekrar dönmek zor… Turizmden devam etmenin daha doğru olduğuna karar vererek arkadaşlarımla bir acenta kurdum. İki yıl sonra da tek başıma şu anki Novitas Turizm’in temellerini attım.madalya

Novitas’ın anlamı, kuruluş fikri nedir, biraz daha detaylandırabilir misiniz?

Novitas Latince yenilik demek. Ben Avusturya Lisesi’nde Latince dersi almıştım. İyi ki de almışım. Hayatta verilen hiçbir emek, öğrenilen hiçbir bilgi boşa gitmiyor, ben ona çok inandım. Öyle ki turizm sektöründe o dil benim çok fazla işime yaradı. Turistleri antik şehirlerde gezdirirken taşları okuyup olayları açıklayabilmem büyük beğeniyle karşılanıyordu. Alman turistlere savaşların hikayelerini anlatıyordum, şaşırıyorlardı. Anlayacağınız Latince’nin çok faydasını gördüm, acenta ismini de oradan aldı. Novitas yenilik demek ve ben de yeni bir sayfa açıyordum. Yeni başlangıçlar, yeni dostluklar, yeni ilişkiler gibi çok kapsamlı bir anlamı var. Tek başına Beyoğlu’nda bir çatı katında faaliyetlerimize başlattık, o gün bugündür de aralıksız faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.

Yepyeni başlangıçlar, yeni ilişkiler… Novitas ile turizmde kendinize nasıl bir pencere açtınız, bu süreçte neler gördünüz, neler yaşadınız?

O dönem Türklere kültür turu düzenleyen tek bir tane acenta vardı. Hatta şu an da sektörün duayen firmalarındandır. Gerçekten bu işin önünü açtılar. Baktım ki onların turları çok ilgi görüyor. Ben de zaten Almanlarla çalışırken aynı konseptte turlar yapmıştım, zaten öyle bir alt yapım da vardı. Bu arada 1985 yılında rehberlik kursunun bitiminde aynı zamanda Sanat Tarihi masterı yapmıştım. Madem biyoloji yapamıyorum, bilim hevesi de içimde kalmış… O tarihlerde Boğaziçi Üniversitesi’nden master derecesi aldım. Öyle olunca İstanbul ve Beyoğlu üzerine uzman bir rehber oldum. Bu alt yapımı da kullanarak Novitas Turizm ile kültür turlarına ağırlık verdim. Sadece İstanbul’da değil, kapsamını daha da genişleterek Türkiye’nin her yerine uzanan bir acenta haline dönüştük. 1997’den 2000’lerin başına kadar bu şekilde geldik.

Kastamonu’ya yatırım yapmaya nasıl karar verdiniz? O bölgeyle de öteden beri bir gönül bağınız olduğunu biliyorum.

Kültür turlarımız çok başarılı bir şekilde sürüyordu. Bu arada eşim zamanında liseyi Kastamonu’da Abdurrahman Paşa Lisesi’nde okumuş. Bizim Kastamonu’yla ilişkilerimiz de böyle başladı. Zaman zaman Ilgaz Dağı’na kayak yapmaya giderdik, eşimin arkadaşlarınızı ziyarete giderdik. O yüzden Kastamonu’yu mimari ve tarihi dokusunu korumuş bir şehir olarak çok beğenirdim. Fakat başka da bir ilişkim yoktu. Biz de Novitas Turizm olarak 2000’li yılların başında Safranbolu’ya yaptığımız turları Kastamonu’ya kaydırmaya başladık. Batı Karadeniz’de konsept olarak ilk yapanlardanım ben. 2002 yılında TÜRSAB’taki Bölgesel Yürütme Kurulu’ndaki faaliyetlerimden dolayı bir Kastamonu gezisi yaptık. O zamanın Valisi Enis Yeter, şehrin tarihi evleri ve konaklarını restore edip işlevlendiriyordu. Bir konağın da turizm amaçlı restore edildiğini söyleyip, işletme önerisi sundu. İçlerinden elini havaya kaldıran tek ben oldum. O gün bugündür de o el havada kaldı, aşağıya hiç inmedi. Kastamonu’ya beni bağlayan işte o günkü kararımdır. Sonra her şey çok hızlı gelişti. Gitmeler gelmeler… Toprakçılar Konakları bir ailenin bahçe içinde yer alan iki konak evinden oluşuyor. 2003 yılı boyunca oradaki turizm faaliyetlerimizi yürüttük. Görkemli bir açılışla 2004’ün başında otelcilik maceram başladı. 10 yılı kapsayan bir anlaşmaydı.

IMG_4508 copy

Bu ilk yatırımınız ile Kastamonu turizmine neler kattınız? 10 yıl sizin için nasıl geçti?

Kastamonu’da butik konseptli turizmin temellerini attık. Bu girişimimiz de bölgeye olan ilgiyi arttırdı. Nitekim ben sıradan bir girişimci de değildim; İstanbul’dan gelmişim, TÜRSAB’ta kültür turizmiyle ilgili aktif görevlerim vardı. Dolayısıyla tüm bu ilişkilerimi ve deneyimlerimi her daim Kastamonu’ya yansıttım. Bölge turizminin sahip olduğum bu alt yapıdan çok fazla fayda gördüğünü düşünüyorum. Ne mutlu ki, o dönemde acentacı arkadaşlarımdan da çok destek gördüm. Kastamonu da bunun kıymetini fazlasıyla gördü. Mükafatı da ödüllerim oldu. Sektörün çeşitli kurumları tarafından verilen çok sayıda ödülün sahibiyim. Devam eden süreçte bölgeye yatırımlarım sürdü. Bir süre sonra 10 odalı bir işletme olan Toprakçılar Konakları bize yetmemeye başladı. Bir sonraki girişim olarak Kastamonu’nun mimari anlamda en nitelikli binalarından biri olan Uğurlu Konakları’nı 2005 yılında satın alarak faaliyete geçirdik. Beraberinde dört parsel daha alarak bütün bir adayı mülk edindik. Şu anda iki binada toplam 25 odayla turizme hizmet veriyoruz. Hedefimiz 2017 baharında 35 odaya çıkmak. Onun dışında bir restoran alanımız da bünyemizde olacak.

Bu yıl turizm nasıl geçti, kısa bir sektör değerlendirmesiyle önümüzdeki yıla ilişkin tespit ve değerlendirmelerinizi de bizimle paylaşır mısınız?

Çok iyi diyemem ama çok kötü de diyemem. Yine Kastamonu şartlarında en iyi turizm işletmelerinden biriyiz. Yaz dönemi iyi geçti. Bayram sonrası bir durgunluk yaşandı ama şu sıralar toparlandı, iyi gidiyor. Bu kötü dönemde bile ortalamayı tutturuyoruz diyebilirim. 2017 derseniz onu maalesef çok iyi göremiyorum. Sadece ben değil, hiçbirimiz göremiyoruz. Çünkü bölgemizde hiç beklenmedik gelişmeler oluyor. Yeni cephelerde savaşlar açılıyor. Batıdan; Avrupa ve Amerika’dan bakıldığında Türkiye direkt savaş bölgesi. Savaşın içinde olmasak bile savaşın unsurları bize geliyor. İstanbul patlıyor, Beyoğlu patlıyor, Sultanahmet patlıyor. Her ne kadar Kastamonu bölge olarak çok sakin ve huzurlu olsa da Türkiye’yi ve Türkiye’de yaşayan insanları etkiliyor. Bu da turizme olumsuz yansıyor. Dolayısıyla bir dönem değerlendirmesi yapamıyorum. 2017, 2016’dan daha iyi olacak diye umut ediyoruz en azından.

Son olarak bundan sonraki idealleriniz, hayalleriniz arasında neler var?

Makaleler, gezi ve anı yazıları yazıyorum. Kastamonu’da butik otel yapma serüvenimle ilgili hikayemi kitaplaştırmak arzusundayım. Türkiye’de ilklerden çünkü bu. Bugünden baktığımızda çok sayıda insan girdi bu işe. Aynı zamanda Küçük Oteller Derneği’ndeyim. Bu deneyimlerimi bir şekilde gençlere yol gösterici olması amacıyla kitaplaştırmak isteğindeyim. Onun dışında turizme dair farklı kitap çalışmaları da yapmak düşüncesindeyizm. Birikimlerim bende kalmasın, başkaları da faydalansın istiyorum. Ve en önemlisi de torun sevmek istiyorum.

“Sene 1985 ve birgün yine evimdeyim, çok sıkılıyorum. Hürriyet gazetesini açtım. Orada Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verdiği kocaman rehberlik kursu ilanını gördüm. Evde boş durmayayım düşüncesiyle rehberliğe başvurmuş biriydim ben.”

#RuhuGezginGönlüGirişimci #RuhuGezgin #GönlüGirişimci #Gezgin #Girişimci #Manşet #İştekadın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir