Tezer Öner: Haydi daha fazla Çinli, Hintli, Japon istiyoruz!

Çalkantılı başlayan bir yaz sezonu artık son dönemece giriyor. Bu dönemeç içerisinde virajı alamayıp yuvarlanmak istemiyoruz elbette… Turizmcilerimiz ve yan sektörler temmuz ve ağustos ayını iki bayram tatili ve kısmen artışta olan yabancı misafirlerin gelişiyle mevsim ortalamalarını yakalayarak geçirdiler. Haziran ve mayıs ayının kayıpları da eylül ayında telafi edilecek gibi duruyor. Bunda kur dalgalanmasının ortaya koyduğu değer kaybıyla birlikte Avrupalı turist için nispeten ucuzlamış olmamızın büyük etkisi var.

Sonbaharın telafisi mümkün ya da değil, eylülü yaşayıp göreceğiz. Ancak genel olarak Türk turizm sektöründeki global hedefler ve yeni pazar arayışları olmadan bu tarz krizleri iç piyasa ile aşamayacağımızın farkındayız. Yerli turist bayram tatillerine odaklanarak ara dönemleri genelde boş geçirdi. Bu esnada Avrupalı turistin de yoğunluğu ancak kur dalgalanmaları ile kendini gösterdi. Yani sektör ciddi bir daralmayı tabiri caizse son dakika golleriyle aşmayı başarmış durumda. Ancak bu başımızı kaldırıp ileriye bakmamıza engel olan ve orta uzun vadeli planlar yapmamızın önüne geçecek bir durum.

Çin ve Uzakdoğu yakınlaşmalarımızın, Ukrayna ve Rusya ile olan ilişkilerin düzelmesi ve vizesiz seyahat imkanları ile Ortadoğu pazarının bir nebze hareketi şu an için bize ümit veren ve gelecek için yatırımların iştahını kabartan hedefler. Ancak bunlar yeterli olacak mı?

“Tek pazara saplanma saplantımız devam mı edecek?”

Her zamanki gibi tek pazara saplanma saplantımız devam mı edecek? Bizim sürekli yaptığımız hatalardan bir tanesi, bir ülke misafirinden yoğun ilgi gördüğümüzde topumuzla tüfeğimizle o pazara saldırıp diğerlerini hep ihmal etmek olmuştur.

Halbuki biz globalleşen dünyada turizm sektörü açısından geniş olanaklara sahip ve her anlamda kıymetli alternatifleri olan bir ülkeyiz. Yaz ve kış turizmi kadar kongre, tarih ve kültür turizmi açısından da birçok farklı kültüre, zevke ve anlayışa hitap edebiliyoruz. Bunu değerlendirebilmek için pazarlama argümanlarını kullandığımızı pek söyleyemeyeceğim. İşi mikro düzeyde inceleyecek olursak, tek bir işletmeye baktığınızda nerede olursa olsun en büyük ve tek endişesinin o sezonu doldurmak ve kapasitesini tamamlamak olarak görebilirsiniz.

Birkaç sene önce Mayorka Adası’na tatile gittiğimizde bir otomobil kiraladık ve adanın farklı plaj ve koylarını gezmeye başladık. Çok güzel bir doğa harikası koyun içinde tek başına 4 yıldızlı bir otel bulduğumuzda çok sevindim. Plaj çok kalabalık değildi, mutlaka yer vardır, bir iki gün burada kalalım diye düşünerek resepsiyona girdim. Derdimi resepsiyon müdürüne anlatınca bana şefkatli bir gülümsemeyle baktı ve şu cevabı verdi: “Önümüzdeki 4 sene boyunca doluyuz Sir.” Şok oldum. 4 sene??? Sonra sohbete başladık… “Neden 4 sene, neden 3 değil veya 5 değil” dedim. Otelin vizyoner yaklaşımı 4 yılda birdi. Herhangi bir sıkıntı ihtimaline karşı daha uzun rezervasyon yapmaktan bilerek kaçınıyorlardı. “Ben şimdi rezervasyon yapmak istersem ne olacak” dedim. “İki boş odam var, eğer isterseniz verebilirim ama yüzde 50 ön ödeme almak zorundayım” dedi. “Ee sonra ne olacak” dedim. “Sezon bitip yeni sezonu mart ayında açana dek rezervasyonu kapatacağız” dedi.

Bu bana gerçekten çok ilginç geldi… “Otel müşterileriniz nereden genelde” dediğimde Japonya’dan Amerika’ya kadar geniş bir yelpaze çıktı ortaya… Elbette ağırlık İngilizler’deydi ama sonuçta dünyanın her yerinden misafir ağırlıyorlardı. Durumu inceleyince de otel fiyatının da yemek ve servis fiyatlarının da hiç de ucuz olmadığını gördüm. Ama harika bir pazarlama yapıları vardı. Eğer bir ülkede kalbur üstü bir kesim yaşıyorsa neden bizim otelden haberleri yok diye yaklaşıyorlardı… Başka etmenler de var tabii… Cennet koyu bulduk, buraya 12 otel sığdıralım dememişlerdi. Hiçbir yerli işletmeyle rekabet yaşamıyorlardı… En önemlisi de nasılsa sattık hatta paranın da yarısını aldık diyerek ne serviste ne ürünlerde en küçük bir gevşeme yapmıyorlardı. Kültürel olarak personel çok iyi eğitilmişti. Bir Japon veya Çinli ile bir İngiliz’e aynı şekilde davranmıyorlar, aradaki nüansları biliyorlardı. Ama gene de otelin bir karakteri ve disiplini vardı.

Şimdi gelelim bizimkilere…

Otelin yeme içme kalitesi, personel ve kurumsal kimlik konusunda hala bir standart yakalamak adına bazen sıkıntılar çekebiliyoruz. Bunları da düzelttiğimizi varsayarsak geriye kalan ciddi bir hedef ve pazarlama eksiği… Her zaman aynı şeyi savunuyorum, iki defa bir yerde fuara gitmekle pazarlama yapılmaz… Pazarlama bir bütün ve ruhtur. Hedef kitlenizi barındıran bir ülke, şehir veya bölge seçtiğinizde mutlaka orayı analiz ederek hem sosyal hem kültürel açıdan oranın insanına nasıl ulaşacağımızı bulmak ve stratejisini oluşturmak zorundayız.

Nispeten rahata ermiş kesimleri barındıran ülkelerde çok ciddi pazarlama faaliyetleri yapmamız gerek. Daha fazla Çinli, Japon, Koreli, Hintli daha fazla Arap daha fazla Avrupalı hatta daha fazla Amerikalı gelmeli… Tarih, kültür ve doğal güzellikleri yerine göre kullanmalıyız… Çanakkale’ye her sene neden on binlerce Yeni Zelandalı ve Avustralyalı gelmiyor? Neden biz Yunanistan’a gidiyoruz da onlar akın akın Truva ve Lidya – Klikya için gelmiyor?

Ülkenin atıl köşeleri değerlendirilmeli… Benim için çok güzel olmakla beraber sıradan olan dağ ve orman Arap turistler için çok cazip olmalı… Bir İranlı ne kadar Antalya’yı seviyorsa emin olun Pakistan ve Hindistan zenginleri de o derece sevecektir. Bizim her ülke için satış ve pazarlama politikaları geliştirmemiz ve her bölgeye kendi unsurlarının ön plana çıkacağı pazarlama planları geliştirmemiz şart. Bir dönem tüm Avrupalı futbol kulüpleri Antalya’ya gelirdi, ocak-şubat aylarında şimdi o yoğunluğu kaybettik.

Alt yapı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. 3. Havalimanı bitmek ve açılmak üzere… Ama bu tesisleri, bu trafiği ve bu alt yapıyı kullanacak potansiyel müşterileri oluşturmazsak hepsi sadece boş yatırıma döner. Gözümüzü ufka dikmeli ve gidilmeyen yerlere gitmeli ulaşılmayan insanlara ulaşmalıyız. Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan bizim kardeş ülkelerimiz. Japonya ve Çin tarihi bağlarımız olan dostlarımız. Ortadoğu zaten bizim arka bahçemiz, ayakları kesilmiş gibi görünse de bakmayın siz Avrupalı turist hala Bodrum, Kaş, Kalkan, Fethiye diye rüya görüyor… Biz tutup elinden getirmezsek veya gelmesi için yolu açmazsak bu potansiyel kaçakları hep başkaları ikna edecek.

Lütfen artık sezonluk düşünmeyi bırakalım!

Sadece bu sezonu doldurmuş olmak bizi mutlu etmesin. Kışı da dolduralım… Otel ve konaklama kapasitemizi ve olanaklarımızı arttırıp, 12 ay hizmet için çalışalım. Biz kendimize ve sahip olduğumuz potansiyele güvenerek doğru pazarlama planları yaparsak, bu ülke sadece turizm ile bile ayağa kalkıp koşmaya başlar…

Tarihsel argümanlarımız, kültürel zenginliklerimiz ve doğal güzelliklerimiz o kadar fazla ki bence biz bu zenginlikten sarhoş olduğumuz için bu kadar umursamaz davranıyoruz. Çünkü potansiyeli kısıtlı ve şansı az olan ülkelerde başarmak için o kadar çok çalışmak zorunda kalıyorlar ki başarısız olma ihtimalleri kalmıyor. Biz sadece birlik olup ayağa kalkıp dünyanın her yerine koşmalıyız. Bu ülkedeki en küçük çakıl tanesinin bile bir değeri olduğunu gösterebilirsek insanlar o çakıl tanesini bile görmeye gelecektir.

Agon Danışmanlık ve Mümessillik Hizmetleri Yatırım Danışmanı

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir