Turizmde iz bırakan bir kadın: Mücella Kantaroğlu Tarhan

Röportaj: Hatice Ünal Bilen Fotoğraflar: Hakkı Günerkan

 Mesafeli ama içten. Ciddi ama enerjisi yüksek. Hangi projeye elini atsa başarı arkasından koşuyor. Çevirmenlik yaparak girdiği turizmde o denli söz sahibi ki, bugün Türkiye’de Ev Turizmi ve Kış Turizmi konuşuluyorsa onun ve yol arkadaşlarının sayesinde!.. Sadece Türkiye’de de değil! Gönülden bağlı olduğu Almanya’daki acentacılık faaliyetleri de takdire şayan! Nazar Holiday, Holiday Express ve Pink House projelerinin akabinde 2005 yılından beri Latince “Benim Evim” anlamına gelen Mea Villa ile turizm sektörüne değer katmaya devam eden Mücella Kantaroğlu aynı zamanda TÜRSAB Yönetim Kurulu Üyesi de…

Sektörün güçlü, donanımlı ve deneyimli isimlerinden Mücella Kantaroğlu Tarhan ile turizmde yolculuğunu ve TÜRSAB’a ilişkin yeni projelerini konuştuk.

Mücella Hanım, turizm kariyeriniz ilk ne zaman ve hangi kararla başladı? Eğitim durumunuzdan ve geçmişten bugüne iş deneyimlerinizden bahsederek anlatır mısınız?

Benim turizmle tanışmam aslında ilk lise dönemimde başlar. İzmir Karşıyaka Kız Lisesi mezunuyum. O dönem turizm öğretmenimiz bize her zaman Türkiye’nin bir açık hava müzesi olduğunu anlatırdı. Hatta bizi alıp, Efes Antik Şehrine götürdü. Efes’in tarihini, güzelliklerini çok anlatırdı, bir de Efesi görünce çok etkilendim. Aslında hukuk veya gazetecilik okumak istiyordum. Ancak ailem ülkenin karışık durumundan dolayı hukuk eğitimi almamı istemedi, karşı çıktılar. Hal böyle olunca ben de yabancı dillere yöneldim, Ege Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı okudum. Çevirmen olarak yurt dışıyla bağlantılı, Türkiye’nin tanıtımıyla ilgili çalışmalar içinde buldum kendimi. Türkiye’yi anlatabilmek, tanıtabilmek güzeldi, bende de heyecan yarattı.
İlk profesyonel tecrübeniz neydi?

Sektöre ilk Majestic Turizm ile girdim. Su altı turizmiyle uğraşıyorduk. Bu sayede Türkiye’nin su altı dünyasını keşfetme fırsatı buldum. Arkasından 90’lı yılların başında Türkiye’de ev kiralamaya başladık ve Nurgül Üçler ile beraber Lady Travel’i kurduk, kendisi halen acentanın başındadır. O dönem Danimarka’dan Turist getiriyorduk. Körfez Krizi baş gösterince Danimarka’dan gelişler azaldı. Bunun üzerine iç turizme ağırlık verdik.
90’lı yılların başında ülkede iç turizme yönelik çok da fazla bir şey yapılmıyordu ve bir Türkçe rehber ile birlikte Afrodisias turu bizim ilk turumuz oldu. Devamında yurt dışı turları şeklinde çalışmalarımızı genişlettik.

 “Almanya’da turizmcilik”

Bir buçuk yıl sonra üç ortak Almanya’da Nazar Holiday Turizm’i kurduk, daha sonra dört ortak şeklinde devam ettik ve gerçekten çok büyük başarılara imza attık. O dönem Türkiye’ye Almanya’dan gelen 1 milyon turistin 350 bin kişisini biz getiriyorduk. Bakanlığın 700 bin mark’lık bütçesi varken, bizim tanıtım bütçemiz 2 milyondu. Yani Türkiye’nin tanıtımına Bakanlıktan daha fazla harcama yapıyorduk. Daha sonra borsaya kayıtlı uluslararası bir şirket talip oldu ve Nazar Holiday’i satma kararı aldık.

 Bu kadar başarılı bir projeyi neden elden çıkarmak istediniz?

Biraz zor bir işti. Bugünkü şartlarda çalışmıyorsunuz, 350 bin rezervasyonun tek tek dökümünü alıp inceliyorsunuz sonra ‘Co Mail’ olarak uçakla Türkiye’ye gönderiyorsunuz. O dönem bir rezervasyon sistemimiz vardı ama bugünkü teknolojik alt yapı olmadığından, daha çok personele ihtiyaç vardı. Yani büyük bir operasyonu karlı götürüyorsunuz ama sonuç olarak harcadığınız emeğin karşılığı çok da memnuniyet verici olmuyordu.

Bu arada anne oldum. Çocuğuma bakma yanı sıra Almanya’da bu defa Holiday Express adında bir acenta kurduk. Almanya’nın 25 şirketli franchise’ne dönüştü. Bu şirketi de sattıktan sonra Türkiye’deki gayrimenkulle ilgilendim. Birçok Alman ünlü İspanya’da, Yunanistan’da gayrimenkul satın alıp, o ülkenin reklamını yapıyorlardı. Bunu biz Türkiye için de düşündük. Yaptığımız ev turizmi de bunun bir parçası değil miydi zaten? “Pink House” adını verdiğimiz şirketimizle gayrimenkul satışları yaparak Türkiye’nin tanıtımını yaptık.

Neden Pink House?

Amerikalıların Beyaz Saray’ı (White House) olduğu gibi, bizim de Pembe Köşk’ümüz var, Çankaya’da. O yüzden Pink House. Bu şirketimiz ile Türkiye gayrimenkul piyasasını Almanya’da tanıttık. Hatta çok etkili dergi olan İmmobilien Manager ile Türkiye ekini ilk defa Expo Real fuarında yayınladık.

 Ve derken Mea Villa, yani benim evim’e geldik

2005 yılında Mea Villa’yı kurduk. Latince “Benim Evim” demek. Gayrimenkul işleriyle uğraşırken kiralamalar konusunda bir adım attık. Yıllardır yaptığım bir işti zaten. Almanya’da Nazar’ı da hayata geçirirken, Nazar’ın raflara girme sebebi, ev turizmini de sunduğu içindi.

Antalya’da ilk kış turizmini 1992-1993 döneminde başlattık

Geçen kış Antalya’ya gittiğimde kaldığım bir beş yıldızlı otelde Alman turistler vardı. Çoğu emekli Almanlar kışı 8-10 hafta orada geçirmeye gelmişlerdi. Bir oteli kapatmak yerine maliyetine açık tutmanın ve kış turizmini yaratmanın tabii ki faydası var. Bunu Sultan Saray ile başlattık. Oteli kapatıp, kalifiye elemanın maaşını kışın ödeyip yazın tekrar oteli açıp faaliyete sokmak daha pahalıydı. O zaman maliyetine satalım, içtikleri ekstra olsun dedik. Çünkü o zaman her şey dahil değildi, içkiler ekstraydı ve çok da başarılı oldu. Antalya’da ilk kış turizmini 1992-1993 döneminde böyle başlattık. Turizmi çeşitlendirmek adına o dönemde yaptığımız gibi yeni çözümler üretmek gerekir.

 Bu görüşünüze bir çözüm öneriniz var mı?

Bence beş yıldızlı otellerin değerinde satılması lazım. Bugün 35 Euro’ya pazarladığınız odayı yarın ben buna 150 Euro istiyorum diyemezsiniz. Kademeli, kortizondan çıkar gibi… her şey dahil yerine yarım pansiyona geçmek lazım. ‘Deniz, kum, güneş, beş öğün beleşten sadece nicelik üretirsiniz, nitelik değil. Ege Bölgesinin en büyük şansı, her şey dahil olmamasıdır. Bilindiği ve yaşandığı gibi her şey dahil bölge esnafının ölümüdür. Ege’nin antik mirasını ön plana çıkartıp,tanıtmak gerekiyor. Her bölgenin kendine ait özellikleri var. Kimi tarihi ile ön plana çıkarken,diğeri gastronomisiyle anılıyor, bir başkası ise kış ve kayak turizminde iddialı. Her bölgeyi aynı anlayışla pazarlayamazsınız. Bu yüzden acilen bölge tanıtımına geçmeliyiz. Benim şu anda yaptığım ev turizmi bir bölgenin tanıtılması ve kalkınması için önemli. Gelen turistler kendi deneyimini yaşayıp bunu anlatacakları güzel bir hikayeye ve anılara dönüştürüyorsa, bundan daha değerli bir tanıtım olamaz.

 Ev turizminin bugünkü durumunu nasıl yorumlarsınız?

Avrupa’da 60 yıldır yapılan Ev Turizmi, Türkiye’de daha emekleme aşamasında. Özellikle Türkiye’de ev turizmi yapıldığına dair kaynak pazarlarımızda tanıtım yapılmıyor. Bakanlığımıza harcama gücü olan ve eğitim düzeyi yüksek turistleri ülkemize çekebilmek için, özgün tatilin desteklenmesi gerektiğini tekrar anlatmamız gerekiyor. TÜRSAB Ev Turizmi komitesi çalışmalarına kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 “TÜRSAB bütün acenteler için var. Seçimden sonra Firuz Bey’in kucaklayıcı güzel bir konuşması oldu, ‘Ben herkesin başkanıyım’ dedi ve bugüne kadarki icraatlarında da bunu uyguladı. Bu bağlamda her acenta TÜRSAB’a sahip çıksın diyorum.”

Aktif üyesi olduğunuz dernekler hakkında da konuşmak isterim. TÜRSAB’ta Ev Komitesi Başkanlığı’ndan sonra Yönetim Kurulu Üyeliğiniz ile gündemdesiniz. TÜRSAB nasıl gidiyor? Firuz Bağlıkaya ile bir değişim hareketi başladı, bu değişim hareketine bir kadın üye olarak katkınız ne olacak?

Firuz Bey’in de söylediği gibi, pozitif bir ayrımcılık yapılmıyor. Hepimiz çok çalışıyoruz. TÜRSAB’ın asıl kuruluş amacı olan acentalarımıza nasıl faydalı olabiliriz ve Türkiye’yi nasıl daha iyi tanıtırız konularında ciddi çalışmalara başladık.

Bu çalışmalarınıza bir kadın dili, vurgusuyla nasıl değer katacaksınız?

Erkeklerin hakim olduğu bir sektörün içindeyiz. Dolayısıyla kadının elinin değdiği her yerde bir güzellik, estetik kaygı ve bir farklılık oluyor. Ben de bir şekilde bunu yansıtacağım. İlk etapta seyahat acenteleri olacak şekilde sektördeki kadınları bir araya getirmek istiyorum. Bu doğrultuda kadının sektördeki sorunlarını konuşmak, ön plana çıkmaları için onları yüreklendirmek ve yine Türsab bünyesinde eğitim programları yapmak istiyorum. Örneğin Almanya’da, kadın üyelerden oluşan dernekler ile ilerleyen süreçte birlikte projeler geliştirebiliriz.

 Turizm sektörüne bir kadın derneği mi geliyor?

Dernekleşme belki yanlış bir tabir olur. TÜRSAB içinde bir kadın birliği, dayanışması denebilir. Partilerin kadın kolları gibi TÜRSAB içinde bu tür bir oluşuma öncülük edebiliriz ki bundan sonraki seçimlerde de daha ön plana çıkabilelim. O zaman yönetime rahatlıkla “kadın kollarımızdan birkaç tane kontenjan istiyoruz” diyebiliriz.

“Atatürk’ün Türk kadınına verdiği değeri Türk kadının bilmesi lazım”

İş dünyasında kadın olmak üzerine neler söyleyebilirsiniz, buradan sektörde var olmak isteyen kadınlara tavsiyeleriniz olabilir mi?

Eğitimde, bilimde, kısacası her alanda çok başarılı kadınlarımız var. Ben sektörümüzde daha çok kadınların görev üstlenmesini arzu ederim. Kadınların fikir üretmek ve bunu beyan etmek konusunda daha cesur olmalarını öneririm.
Sürekli üreten ve yeniliklere açık olan ve destek veren bir ailenin ferdiyim. Benim büyük amcam, Baha Kantar Hukuk Profesörüydü. Atatürk kendisini özellikle Ankara’ya çağırıp, ceza hukuku kürsüsünü kurmasını sağladı. Diğer amcam Selahattin Kantar, İzmir Efes Müzesi’ni kurarak Türk turizmi için önemli bir adım attı. Bir diğer amcam aşçı ve Kasımpaşa’da kamarot yetiştiren bir öğretmendi. Savarona gemisinde Atatürk özellikle amcamdan yemek yapmasını rica edermiş.
Gurur duyduğum başka bir örnek de, Selçuk’un simgesi olan “Dutlu Yol” un ağaçlarını babam Ali ve abisi Faruk Kantaroğlu dikmişler. Tabii bugünkü gibi otomatik sulama sistemi olmadığı için her gün kovalarla su taşırlarmış.

 Mücella Hanım, iş hayatınız dışında özel yaşamınızda neler yapıyorsunuz?
İş hayatımdan geri kalan zamanlarımda çiftçilik yapıyorum. Şirince’de zeytinliğimiz var. Zeytin topluyoruz, zeytinyağı üretiyoruz, sabun yapıyoruz. En ufak bir boş zaman yaratabiliyorsam İzmir’e zeytinliğe gidiyorum. Şalvarımı giyiyorum, yemenimi başıma bağlıyorum ve zeytinlikte uğraşırken her şeyi unutuyorum.

  “2012 yılında Tiyatro sanatçısı Haydar Zorlu ile beraber “Sanat Odası/Kunstraum” adında Türkiye’nin ilk Türk-Alman tiyatrosunu kurduk. İstanbul sahnelerinde başta olmak üzere şimdiye kadar Çin, Güney Afrika, Avusturya ve Almanya’da Goethe’nin ünlü eseri Faust’u Türkçe ve Almanca 286 kez sahneledik. Yurt dışına çıktığımızda ben de işin tekniğini üstleniyorum, inanılmaz keyif alıyorum.”

Bundan sonrası için neler planlıyorsunuz?

Hayatımda tiyatro var, zeytin var, turizm var, İş anlamında birkaç uluslararası toplantı amacım var. Bunlardan bir tanesini üç sene önce Alman Seyahat Acenteleri Birliği ile başlatmıştım. Önümüzdeki yıl sonuçlandırmayı hedefliyorum.


 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir