Turizmin ‘gönüllü iletişimcisi’: Güniz Atıs Azrak

Röportaj: Hatice Ünal Bilen

Fotoğraflar: Hakkı Günerkan

 “Turizmin resmini çizseydim, içinde sadece doğa, deniz, güneş olmaz; kültür de olurdu. İçine bir de iş trafiğini katar farklı segmentleri bir tuvalde buluştururdum. Ama resmim mutlaka renkli olurdu çünkü turizm doğanın bütün renklerini hakedecek güzellikte keyifli ve değerli bir buluşma noktası..”

 Tek istediği iyi bir iletişimci olmaktı… Yola kültürlerarası iletişimle çıktı, okyanus ötesini aşarak Öğrenci Değişim Programı’na katıldı. Türkiye’ye dönüşünde yine “iletişim” dedi, bu defa kendini Şan Tiyatrosu’nda Egemen Bostancı’nın yanında sekreterlik yaparken buldu.

İletişimin en keyif veren yıllarını otelcilik-turizm sektörüyle yaşadı. Ramada Laleli, Hilton İstanbul, Mövenpick Hotel Maslak, Polat Renaissance, Conrad gibi beş yıldızlı otellerden sonra İstanbul Modern’de ve şimdi de İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’na Genel Koordinatör olarak görevini sürdüren Güniz Atıs Azrak, iletişime odakladığı kariyer hikayesini samimi ve sıcak bir söyleşi ile paylaştı…

7

Güniz Hanım, turizmle ilk nasıl tanıştınız? Bugünden hatırınızda kalan ilk gün anıları ve hayalleri ile paylaşır mısınız?

Üsküdar Amerikan Lisesi’nin son senesinde AFS (Öğrenci Değişim Programı) ile Amerika’ya gittim. Sene 1984’tü… O yaşımda değişim programının bana neler katabileceğini idrak edebilmişim demek ki, kendimi kültürlerarası bir etkileşim programının içinde buldum. Aslına bakarsanız asıl amacım iyi bir iletişimci olmaktı. Ama mesleki anlamda iletişime hangi koldan dahil olmam gerektiğini tam olarak bilmiyordum. Önüme bir yol çizildi, ben de o yola ilk kültürlerarası iletişim programıyla çıktım…

İletişime duyduğunuz o sempatinin kaynağı neydi, neden iyi bir iletişimci olmak istediniz?

İnsanlarla beraber olmayı seviyorum herhalde. Ben çözüm odaklı çalışan biriyim. Şu an ki çalışma hayatım da öyle devam ediyor. Demek ki o dönemler de buna inanmışım ve iletişimle ilgili işler yapmak istemişim… Ama turizm iletişimi miydi yoksa farklı bir saha mıydı, dediğim gibi orası daha şekillenmemişti. Benim asıl kariyer hayatım Amerika’dan döndükten sonra başladı. Üniversite sınavlarını zaten kaçırmıştım. O dönemler Şan Tiyatrosu’yla ilgili bir iş ilanı gördüm ve çok ilginçtir, Egemen Bostancı’nın sekreteri olarak işe başladım.

Gerçekten enteresan bir karar olmuş. Hem Şan Tiyatrosu hem de sekreterlik…

Tiyatro eğlencenin bir dalı ama bir noktasından da iletişime dokunan bir sektör. Ben o sayede tiyatronun ne kadar canlı, heyecanlı ve farklı olduğunu gördüm; organizasyonların önemini en iyi o dönemde öğrendim. Başından beri iletişim düşündüğüm için de üniversite sınav dönemi geldiğinde Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’na kaydoldum, bir taraftan da çalışma hayatıma devam ettim. Egemen Bey’in vefatından sonra da Şan Tiyatrosu kapanma sürecine girdi, ben de işe veda etmek zorunda kaldım.

OTELCİLİKLE İLK TANIŞMA…

Her veda yeni bir başlangıçtır aslında…

Aynen öyle. Tiyatro kapandıktan sonra bir gün hoş bir tesadüfle iletişim fakültesinden bir arkadaşımla karşılaştım. Bana İstanbul’da çok yeni otellerin açıldığını, sektörün enteresan olduğunu ve tiyatroda öğrendiklerimi bir otelde çok rahat uygulayabileceğimi anlatarak beni, Allah rahmet eylesin, o zamanın duayenlerinden Aydoğan Hakman ile tanıştırdı ve Ramada Laleli Oteli’ne 1987 yılında, açılışla birlikte başlamış oldum. İlk olarak otelin personel ve eğitim bölümünde çalıştım. İşin içine girdikten sonra gördüm ki, ben daha çok organizasyonla ilgili yeteneğimi, insanlarla alakalı ilişkilerimi ve iletişimimi kullanmalıyım. Bu arada otelde Ziyafet Koordinatörü aranıyordu. Yiyecek içecek müdürüne gidip, o pozisyona geçmek istediğimi söyledim. “Neden seni alayım, tecrüben var mı?” diye sorunca “Aslında yok ama ben çabuk öğrenirim, onun da ötesinde satışa dönük biriyim ve bu pozisyonu çok istiyorum” dedim ve birim değiştirdim.

 “BAŞARI, İŞİN MUTFAĞINI BİLMEKLE GELİR”

Evet, organizasyon yeteneğiniz var. Ama tabii işin özünü, mutfağını öğrenmeniz gerekiyor. Neyi sattığınızı, pazarladığınızı bilmediğiniz takdirde hiçbir işi başaramazsınız. Gündüzleri ofis işlerini takip ediyordum. Yine zaman geçtikçe gördüm ki, gerçekten işin mutfağını bilmezsem başarılı olamayacağım. O zamanlar, Allah rahmet eylesin, Raşit Usta’ya gittim ve akşamları kendisiyle çalışmak istediğimi söyledim. Saat 18.00’den 23.00’e kadar mutfakta çalışıyordum. 23.00’den sonra da gece shift’ini devralarak, yine Allah rahmet eylesin, restoran müdürümüz Nabi Bey’den neyin nerede nasıl olması gerektiğini öğrendim. Hepsine çok şey borçluyum ve minnettarım…

1

Büyük bir çaba, heves ve özveriyle yapmışsınız üstelik. Bütün bunlar iyi bir turizmci olmanın olmazsa olmazları mıdır aynı zamanda, siz ne söylemek istersiniz?

Bu işleri layıkıyla yapmak istiyorsanız öncelikle turizmde kariyerinizi nereden yapmak istediğinize karar vermeniz lazım. Bu sadece turizm için de geçerli değil. Her meslek işin mutfağını öğrenmeyi gerektiriyor ki, aksi halde üst pozisyonlara geldiğinizde personeli idare edemezsiniz. Bunu isterseniz akademik bilgilerinizi tamamlayarak yapabilirsiniz, isterseniz tamamen alaylı olarak, işin mutfağında başarabilirsiniz. Bende ikisi el ele devam etti.

Ziyafet bölümüyle teşrik-i mesainiz ne kadar sürdü? Devam eden süreci bize anlatır mısınız?

Ramada Oteli’nde çalışırken Hilton İstanbul’un yeni Ziyafet Müdür Yardımcısı aradığını bana gelen bir teklifle öğrendim ve olumlu değerlendirdim. O sayede Ramada’da öğrendiklerimi daha büyük bir montanlı bir işte, farklı misafirlere karşı geliştirdim. İstanbul Hilton’da bir seneye yakın çalıştım. Yine o dönem, şimdiki Steigenberger Istanbul Maslak, Mövenpick Hotel olarak hizmet veriyordu. Satışla ilgili bir pozisyon açığı vardı ve oradan da bana bir teklif geldi. O güne kadar ziyafetle ilgili pek çok deneyimim olmuştu. Tabii şu da var, ben tüm o işleri yaparken bir taraftan da ister istemez satış yeteneğimi geliştirmiştim. Dolayısıyla Mövenpick Hotel’e Satış Şefi olarak geçebildim.

BİTMEYEN TERFİLER, ATAMALAR, GEÇİŞLER…

Sonrasında yiyecek içecek müdürümüz beni ziyafet bölümü tecrübelerimden dolayı birimin yöneticiliğine terfi ettirdi. Anlayacağınız benim kariyerimde satışla iletişim hep el ele kol kola devam eden bir süreç oldu. Yine bir süre sonra Polat Renaissance Otel’in açılışı gündeme geldi ve ben bu defa otele satış müdürü olarak atandım, akabinde satış & pazarlama direktörü oldum. Ardından bir 10 sene kadar Conrad Otelleri için çalıştım. İlk önce İstanbul Conrad’ın satış & pazarlama direktörlüğünü yaptım, ardından Kıta Avrupa, Amerika ve İngiltere otellerinin satış & pazarlama direktörlüğü olarak çalıştım.

Lokalden çıkıp uluslararası bir göreve tayininiz nasıl bir deneyimdi sizin için, biraz bahseder misiniz?

Conrad Otelleri o dönemde 150’yi değil, sadece altı oteli kapsıyordu. Benim için çok keyifli ama bir o kadar da yorucu bir görevdi. Hiç abartmıyorum, saydım, tamı tamına senede 280 gün seyahat etmişim. Öyle bir seyahat etmek ki, her gün farklı bir odaya uyanıyorsunuz. Ben artık nerede olduğumu hatırlamak için başucuma hangi şehirde olduğumu yazıyordum. Bir zaman sonra o tempo bana çok ağır gelmeye başladı. Conrad’larda bir süre daha genel müdür yardımcılığı yaptıktan sonra 10 senenin ardından “artık yeter” demeye başladım. Bu defa yeni bir otel açılışıyla kendimi 2004 senesinde açılışı gerçekleşen Ajia butik otelin genel müdürü olarak buldum.

3

Bir nevi nadasa çekilme durumları yani. O tempodan sonra bir nevi kendinizi nadasa çekmişsiniz, benim anladığım o. Global pazardan sonra lokalde bir butik oteli işletmek iyi geldi mi bari?

Hem de nasıl. Şöyle düşünün, büyük bir otelde sadece kendi konunuzla ilgilisiniz. Butik otelde ise görev tanımınızda işin teknik kısmı da var, hijyeni, mutfağı, misafir ilişkileri de var… Küçük bir işletmede işin her bir detayını A’dan Z’ye bilmek zorundasınız. 600 odalı bir otelde bir genel müdürün bütün misafirleri tanıması mümkün değil ama 16 odada hepsini tek tek tanımak zorundasınız. Çünkü ev sahibi sizsiniz. Bir bakıma kolay, rahatlatıcı bir bakıma zor ve meşakkatli bir iş. Neticede o da çok keyifli ve mesleğime değer katan bir iş oldu. Ardından yine bir tesadüf, İstanbul Modern açılıyor… Müzenin küratöryel ve sanat kimliğinin yanında bir de bina olarak işletmesi tarafı var. Dolayısıyla o alandaki deneyimlerim neticesinde sanat merkezine genel müdür olarak geçiş yaptım.

Bir tarafta sanata bir tarafta bina işletmesine hakim iki başarılı kadın… Oya Eczacıbaşı ile birlikte çalışmak nasıl bir deneyimdi?

Oya Hanım ile çok keyifli yedi senemiz geçti, unutamadığım çok özel bir dönemdir o. Bir bina işletmecisi olmanın da ötesine kişisel ve sosyal gelişimime kültür ve sanat adına pek çok değerler katmıştır.

Ya otelcilik, turizm… Onlar nerede kaldı? Sektöre dönük özlemleriniz olmadı mı hiç?

Hiç Olmaz mı? Her şeyden önce turizmin hareketini özledim. Müzede her zaman bir aksiyon vardır ama turizm kadar yoğun değil, daha çok dönemseldir. Turizmin 12 aya dağılmış canlılığı ve hareketi bir müzede yoktur. İstanbul Modern ve değerli işletmecisi Oya Hanım ile çalışmak tabii ki çok keyifliydi ama ben de artık turizme dönmeliydim. O da İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile oldu.

2

Bu defa bir otel iletişimi ile değil, kongre iletişimi ile turizme dönüş yaptınız. Bu kararınızın özel bir sebebi var mıydı?

Bu sorunuza iki noktadan yanıt verebilirim. İlk olarak bunca senelik tecrübenin ardından gördüğüm, ben aslında çok rahat bir bina işletmecisiyim. Bu bir otel de olabilir, kongre merkezi, müze ve hatta hastane de olabilir. Üstelik doktor olmanız da gerekmiyor, bütün binanın işleyişine hakim olmanız yeterli. Dolayısıyla ben o özelliğimi farkettim ve turizme dönüşümü kongre merkeziyle yaptım. 2013 Şubat ayından bu yana İstanbul Lütfi Kırdar’ın Genel Koordinatörlük görevini yürütüyorum.

Öyleyse sormak isterim, İstanbul Lütfi Kırdar’da neler oluyor? 2016 yılı için paylaşmak istediğiniz özel ve yeni projeleriniz var mı?

İstanbul Lütfi Kırdar Türkiye’nin ilk uluslararası kongre merkezi. Çok enteresandır, burası 1946’dan itibaren ilk etkinlik mekanı. İlk fuarlar, müzik yarışmaları, basketbol maçları, İKSV’nin ilk etkinlikleri burada yapılmıştır. İlk kongre merkezi olmasının avantajı, çok tecrübeli bir ekibimiz var. Bu bakımdan kendimi çok şanslı hissediyorum.

Fakat şöyle bir durum da hissettim, kurumsal bellek tüm uluslararası zincirler için önemli bir konu. Biz İstanbul Lütfi Kırdar olarak, dünyada yalnızca 28 kongre merkezinin sahip olduğu AIPC (The International Association of Convention Centres / Uluslararası Kongre Merkezleri Birliği) Kalite Standartları Ödülü’nü 2015 yılında almaya hak kazandık. Bu çalışmayı kendi içimizde yaptık, sertifikasyon ve ödül programı için başvurduk. Daha sonra bağımsız denetçiler geldi ve bizden habersiz denetimlerini yaptılar. Hakikaten gurur duyduğumuz bir projedir, biz kendi bölgemizde bu sertifikasyonu alan ilk kongre merkeziyiz. Dünyada bu sertifikasyona sahip olan 28 kongre merkezinden bir tanesiyiz. Bu bizim için durağan bir süreç de değil, sürekli geliştiriyoruz. Bu senenin yeniliklerinden biri buydu.

“İSTANBUL LÜTFİ KIRDAR’I DİJİTALLEŞTİRDİK”

2015’de yaptığımız, 2016’da da devam ettirdiğimiz bir başka konu, ben ilk kez binaya geldiğimde şunu fark ettim. Tabii 40 bin metrekareye yayılan bir binadan bahsediyoruz. Doğal olarak misafirler kayboluyorlar. Bir kere her şeyden önce ciddi bir kağıt israfı var. İlk aşamada dijital yönlendirmeyle başladık. Akabinde İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA)’nın bir projesi açıldı ve İstanbul Lütfi Kırdar, ziyaretçilerine dijital çağın getirdiği tüm imkanları sunarak bir ‘ilk’i daha gerçekleştirmiş olduk. Yetinmeyip dijitalleşen yapısına yeni bir halka daha ekleyen İstanbul Lütfi Kırdar; geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği Apple iBeacon teknolojisinin entegrasyonu ile ziyaretçilerine, mobil cihazlar üzerinden daha erişilebilir bir etkinlik deneyimi sunmaya başladık. Biz devamlı yenilenmeye odaklandık. İlerleyen süreçte aynı şekilde çalışmalarımız devam edecek.

Burada siz, Haliç Kongre Merkezi’nde Handan Boyce, İstanbul Kongre Merkezi’nde Pervin Zeydanlı Yalazan… Bu tablodan en iyi bina işletmeciliğini kadınların yapabileceği sonucuna varabilir miyiz?

Kadınlar iyi işletiyor, erkekler kötü işletiyor demek yanlış bir söylem olur. Kadınlar kötü işletiyor, erkekler çok iyi işletiyor demek de yanlış olur. Ancak kadınlar farklı ne katarlar dersek, bizler karşı cinse oranla daha detaycı bir algı ve yaklaşıma sahibiz. Kendimden de örnek vermem gerekirse, bir gün merak ettim ve ölçtüm, İstanbul Lütfi Kırdar içinde 11 km yürümüşüm. Nasıl bir detaycılık ve enerjiyleyse artık…

Diğer bir özelliğimiz, değişime daha açık olmamız. Yenilikleri çok çabuk benimsiyor ve kolay adapte olabiliyoruz. Bunun da sektör adına bir artı olduğunu düşünüyorum. Bizim en önemli özelliklerimizden biri de, kişiler ile kurduğumuz duygusal bağımız. Kadınlar ekibinin gündelik yaşamlarını da iyi bildiği için empati kurmakta zorlanmıyor. Bu da beraberinde elbette ki gerçek bir ekip ruhunu ortaya koyuyor.

6

Bunlar turizmdeki kadınların ortak özellikleri. Ya siz nasıl birisiniz? Bize iş hayatının dışında ev ve özel yaşantısıyla Güniz Atıs Azrak’ı kısaca anlatır mısınız?

Ben insanları çok severim. Evimde misafir ağırlamayı, dost ortamlarında yemek yapmayı çok severim. Dolayısıyla dışa dönük bir yapım var. Hayatımda ailemden sonra arkadaşlarım ve ahbaplarım önemli yer tutar. Onun dışında bahçeyle, bitkilerle haşır neşir olmayı çok seviyorum. Bir süre resim dersleri almıştım. Maalesef onu da iş yoğunluğumdan ötürü bir süreliğine askıya almak zorunda kaldım. Ama daha uzun vadede yeniden başlamak gibi bir isteğim de var. Bunu resim kabiliyetim olduğu için değil, bana farklı bakış açısı katan hocalarla bir araya getirdiği için istiyorum daha çok. Her defasında onlardan feyz aldığım bir gerçek.

Peki turizmin resmini çizseydiniz, sizin perspektifinizden nasıl bir resim olurdu ve renkleri ne olurdu?

Söylediğinizden ne düşündüm biliyor musunuz, madem doğadan, insanlardan, hayvanlardan bahsettik. Fakat dedim ki bunun içinde kültür de olması gerekiyor. Çünkü Türkiye turizmi olarak düşündüm ister istemez; sadece doğa, deniz, güneş değil… İçinde bir kültür çalışmasının da olmasını isterdim. Ve aynı zamanda o resmin içine işi de koymak isterdim. Neden? Çünkü turizmin bir iş trafiği de var, onu da sektörden ayrı tutamayız. Dolayısıyla farklı segmentleri olan bir resim çizermişim ve de kesinlikle renkli olurdu. Siyah beyaz asla olmazdı… Benim resmim mutlaka renkli olurdu çünkü turizm doğanın bütün renklerini hak edecek güzellikte keyifli ve değerli bir buluşma noktası..”

 Son olarak bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?

Benim hep gerçekleştirmek istediğim bir hayalim var, uzun vadede emeklilik hayallerimden biridir aynı zamanda. Ben hayvanları çok severim. Bir dönem Afrika gibi bir ülkeye giderek ranger’lık yapmak istiyorum. Gerçekten vahşi doğanın içinde çalışan, hayvanları gözlemleyen bir oluşumun içinde yer almak en büyük arzum.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir