Wellness rüzgarı eser, turizm de haddini aşarsa!..

Global Wellness Institute verilerine göre dünya çapındaki büyümesini sürdüren wellness (“esenlik”) piyasası içerisinde turizmin %15’lik ciddi bir payı bulunmakta. 2017 yılında 639 milyar dolara tekabül eden bu payın, 2022 itibariyle bir trilyon dolar seviyesine yaklaşması beklenmekte. Bu eğilimden pay alabilmek için son dönemde ülkemizde de farklı otel, konsept ve seyahat planları geliştirildiğini görüyoruz. Ancak uluslararası turizm piyasasıyla uzun yıllardır entegre çalışan ve wellness turizmi açısından hayati önem taşıyan kültürel derinlik, doğal kaynak ve güzelliklere fazlasıyla sahip bir ülke için mevcut yatırım stokumuzun ve yaklaşımımızın yetersiz olduğu da aşikar.

Diğer yandan, turistler ve yerleşikler arasındaki çekişme durumu olarak özetleyebileceğimiz aşırı turizm (“overtourism”) de son yıllarda çokça konuşulan bir konu haline geldi. Aşırı turizm, teknolojik gelişmelerin tetiklediği ve 2015 yılından beri hayatımızda olan bir kavram. Ulaşımın iyice hızlanması ve ucuzlaması, online platformlar ile konaklama opsiyonlarının çok daha erişilebilir hale gelmesi ve sosyal medyada deneyim paylaşımının inanılmaz boyutlara ulaşması aşırı turizmi tetikliyor. Geçmişin ücra destinasyonları bile artık turist akınına uğrayabiliyor. Bu durum, özellikle kendi ritminde yaşayan ve belli bir kültürel derinliği olan yerlerde turistler ve bölgenin yerlileri arasında gerginliklere sebep oluyor. Gelişmiş dünyanın önemli turizm merkezleri Venedik ve Barselona’da düzenlenen anti-turizm protestoları da bunun bir tezahürüdür –ve belki de neden alternatif rotalar oluşturan wellness turizminin en çok gelişmekte olan ülkeler ekseninde büyüdüğünün açıklamasıdır.

Tartışmanın bu noktasında iki konu öne çıkıyor. Örneğin, wellness konseptlerini turizm karmalarına katan şehirler, ortaya koydukları bu çeşitlilikle sosyoekonomik açıdan daha kalifiye turistleri daha fazla oranda kendilerine çekebiliyorlar. Ayrıca şehirlerin daha geleneksel turistik bölgelerindeki kalabalığı da zamana yayarak azaltmış oluyorlar. Buna ek olarak, keşfedilmemiş güzellikleriyle insanın iç dünyasına yolculuk imkânı veren yeni destinasyonlar da wellnes turizmi ile bir anda ziyaret rotalarının arasına girmiş oluyor. Bu durum, en çok da bu destinasyonlara yakın olan büyük beşeri merkezlere yarıyor. Örneğin, İstanbul’un küresel cazibesinin, iki saat mesafedeki Sapanca Gölü veya Çilingoz Tabiat Parkı sayesinde bir kat daha arttığını düşünün. Veyahut başka şehirlerde istenmeyen turistleri misafirperverliğimizle ve yenilenen turizm arzımızla İstanbul’a çekebildiğimizi…

Doğal olarak bunu başarabilmek sadece tesisleşme ve altyapı yatırımlarıyla mümkün olamamakta. Zira her farklı deneyimin değeri, ancak deneyimleyenin algısında kapladığı yer kadardır. Dolayısıyla, iş dönüp dolaşıp yine stratejik planlamaya ve pazarlamaya geliyor. Ülkemizin en yüksek potansiyelli ekosistemi belki de turizmdir. Fakat bu potansiyelin büyük oranda saklı kalmasının en belirgin sebebi de, stratejik düşünce ve pazarlama alanlarındaki mesafeli duruşumuzdur.

Wellness piyasası her halükarda büyüyor. Wellness piyasası, dinginlik ve çeşitlilik arayan üst gruplara hitap ediyor. Bu değişim olurken, dünyanın bazı bölgelerinde ise turist karşıtı eylemler gözlemleniyor. Parçaları birleştirdiğimizde, Türkiye için niş bir gelişim kanalı ile karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkıyor.

ECE Türkiye Proje Yönetimi A.Ş İş Geliştirme Müdürü / Onur İlhan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir