Yaza girerken; Fransa Alsace

Yaza girerken benim gibi güneşte saatlerce yatamayan ve keşfetmeyi -tatmayı sevenler için yapılabilecek en iyi şey, Fransa ALSACE gastronomi turu!..

Alsac bölgesi aslında bir destinasyon haline gelmiş. İsviçre’nin Basel kentine indikten sonra Basel merkezden kalkan trenle Strasburg’a kadar gidip, Colmar gibi destinasyonlarda konaklayıp, özellikle bozulmamış şehir ve yemekler tadımlamanız mümkün. Burası bağcılık ve peynir ötesinde kırmızı et sevenler için de özel bir destinasyon.

Öncelikle şunu açıkça ifade etmek isterim ki; hayatımda gördüğüm en romantik ve bozulmamış lokasyonlar. Evet, biz öküz erkekler bile romantizmden bahsedebiliyorsak düşünün durumu.

Özellikle Colmar’da kaldığım otel ve balkonundaki çiçeklerle tek başına Pino Noir şarabı içip günbatımını izleyebildim.

Gezdiğim tüm şehirlerde beni etkileyen en önemli şey, şehir ile suyun yan yana olmasıydı. Bu sebeple İtalya Venedik hep benim için özel bir lokasyon olmuştur, taa ki Alsac bölgesini görene kadar…

Neden biliyor musunuz ? Burada turistik bir çaba yok. Tüm evler yüzyıllar öncesinden olduğu gibi korunmuş ve turiste birşey satma çabası yok. Özellikle Ren Nehri kolları kanallar her yerde ve yemeklerini çok beğendim.

Şehirleri keşfetmek çok basit ve huzur isteyip kendini bulmak, dinginleşmek istiyorsan burada durman yeterli.

Gitmeden önce Gastronomi Turizmi Derneği Başkan Yardımcım Ömer Kartın’a gidip bölge hakkında detay bilgi rica etmiştim. Kendisi acenteci ve rehber olduğundan bölgeye fazlasıyla hakim. Dolayısıyla harita üzerinden şatolara kadar ayrıntılı bilgi edinmiştim zaten. Ben de çılgın gezgin olarak bir gün önce kestirdiğim bilet ve rezervason ile ertesi sabah yola çıktım. THY uçağı Basel havalimanına indikten sonra 3 ülkeden çıkış var. Almanya, Fransa ve İsviçre. Ben daha önce böyle bir havalimanı çıkışı görmemiştim.

Basel’den de tren bileti alınan yer İsviçre sınırında kaldığından İsviçre kronu geçerli, euro değil. Ama otomatlarda euro geçerli. Buradaki insanlar da İngilizce konuşmaya pek hevesli değiller.

Neyse, sanırım hayatımda Hansel ve Gratel masalı nerede geçiyordu diye sorgulamaya başladığım toprakları bizzat gezme imkanım oldu. Özellikle tren ile yolculuk çok hoşuma gitti diyebilirim.

Önce Strasburg şehrine gittim. Starsburg bence mükemmel. Özellike eski şehir ve restoranların lokasyonları ile kalbimi fethetti. Müzecilik konusunda da çok gelişmiş. Her yere bisikletle gidebilirsiniz. Katedral gezmeyi tercih edenler için güzel lokasyonlar var ama ben restoran ve mekan seviyorum. Vauban Reası, Astronomik Saat, Katedral tepesine çıkıp şehri yukarıdan izlemek gibi atraksiyonlar önemli gibi gözükse de benim için Katedral Meyadı karşısındaki dondurmacı daha ilginç geldi.

Bu arada Fransız bir arkadaşım oldu. Kendisi sağ olsun bana mihmandarlık yaptı. İsmi Yezida. Fransız ve çok iyi niyetli, kafa dengi biri. İngilizce bilmiyor, ben de Fransızca bilmiyorum ama bu halde bile iyi niyet varsa iletişim sanatının önemini anladım. Öncelikle tüm şehri bana Fransızca da olsa anlattı. Biraz daha kalsam bu dili de sökecektim. Bölgenin yerel yemeklerini bana gösterip tattırdı. Flambee dediğimiz, bu bizim lahmacunumuza benzeyen özellikle mantarlı ve kaşarlı ürünleri de muhakkak tatmanızı öneririm. Yanında da şarap ile akşam üzerleri güzel geçer.

Oteller ise uygun seçenekler sunabiliyor. Burada hiç rezervasyon yapmadan bavulumla kapıdan geldim, fiyat 70 euro. Bence makul. Bizim işler yok diye ağlayan İstanbul otelcilerimiz hala 70 euro’dan satmaya çalışıyorlar. Bence dünyanın en popüler destinasyonlarında kapı fiyatı bu şekilde ise fiyat düşürmeden hizmeti nasıl artırabiliriz diye fark yaratacak icraatlar düşünmeleri gerekmiyor mu? (Mesela single double farkı olmaması veya havalimanı transferi fiyatın içinde vb.)

Gelelim Colmar’a.. Bence dünyanın en şirin şehri olabilir. Burayı görmeden ölmemek lazım. İyi ki gitmişim. Trenden indim, hemen solda bisiklet kiralama servisi var. Şehir merkezine taksi ile 9 euro’ya indim. Otelim yok, kapıdan en merkezi otele girdim. Fiyat 80 euro. Yanında karşısında mükemmel pastaneler ve restoranlar var. Kaldığım otelin adı Hotel de St. Martin. Verdikleri odada bir balkon var, hiç çıkmadan odada yaşanır. Gelen geçene bak yeter. Restoranların en iyileri hemen karşımda. Mesela Koifh vs. Burası çarşı merkezdeki en popüler restoran. Hemen sol yanımda iki önemli gastronomik mekan var. Lorber pastanesi (makaronları mükemmel) hemen yanında da Restourant La Romantica…

Ama şehri gezmek için kendinize nitelikli zaman ayırmalısınız. Şehir derken gözünüzde abartmayın, İstiklal Caddesi’nin yarısının yarısı. Her tarafta kanallar olduğunu düşünün. Yorulmak da istemiyorsanız dilerseniz mini trene binin. Türkçe kulaklığınızı açın 7euro’ya her yeri gezdirsin. (Rehbere de gerek yok.) Dilerseniz kanallardaki teknelere binin. Buraları gördükçe insanın morali bozuluyor. Bizim Mecidiyeköy’deki insancıklarımızın hayat mücadelesi ve bir yere yetişme gayesi ile burada gezen insanlar arasında “huzur” farkı neden bu kadar olmak zorunda diye…

Gerilmekten def gibi olmuş bir toplum şeklinde yaşam mücadelesinde değerli hayatımızı tüketip duruyoruz. Alsace ve Colmar’da zaman da yavaş akıyor. Ördekler kanallarda geziyor, millet yemek yerken kanalın üzerinde ördeklere bakıyor. Çiçek kokuları her yere yayılmış durumda. Her yer mi şirin olur arkadaş? Bir de şarapları var ki dünyada marka olmuş. Pino Noir ve Risling üzümleri dünyada nam salmış. Yerel şarapların fiyatları da mantıklı.12 euro, 20 euro. Ben ülkemizde bu şarabı istesem restoran da kaça verirler artık bilemiyorum. Restoran sahibi arkadaşlar da diyecek ki vergiler ve kiralar… İşte o yüzden tüm dünya Fransa ve İtalya’ya gidip hem geziyor hem yiyip içiyor.

Bu bölgenin en ünlü restoranını bulmam 15 dakikamı aldı. Restoran Bartholdi. Buranın en iyi yemeği (geleneksel) et ve patates. Yanında da şarap. Garsonların yaş ortalaması 65. Ama hepsi insan iletişiminde çok başarılı. Restoran içinde koku olabileceğinden arkasındaki bahçede oturmanızı öneririm. Müşteriler arasında en genci de bendim. En pahalı hesabı burada ödedim 41,5 euro. En iyi yemeği de burada yedim. Ama burada bana sunulan tatlıyı tek geçerim. İçinde rom olan bir beyaz pasta ve yanında macaron sundular.

Neyse bu şehir insanın moralini bozar. Dinginlik ve huzurun fazlası beni bozar.

Ben huzur arasam Foça’daki yazlığa giderim.

Neyse oradan ver elini İsviçre dedim. Bindim trene Basel şehrinin tam olarak tadını çıkartmadan dönmek istemedim. Burası aslında Türkler’in çaktırmadan içine sızdığı bir şehir olmuş.T aksici Hasan kardeşimle inerken kanka oldum .İsviçre bildiğiniz üzere kişi başı GSMH’de en yüksek ülkelerin başında. Ucuz hiçbir şey yok. Turist gelecekse de zengini gelsin durumundalar. Özellikle çikolataları, saatleri, çakıları ve yerel pazarlarını görmek için gidilir.

İsviçre’de her şey sistemli. Millet tavuk gibi erken yatıyor ama gündüzleri ortalıkta tertemiz bir huzur var. Basel’de tramvay ücretsiz. Oteller ucuz değil. Özellikle otele girerken bana bir kart verdiler, şehir içi ulaşımı için free pass bilet anlamında. Bir daha tramvaya para ödemedim.

Basel aynı zamanda fuarlar ve kongreler şehri. Restoranlar ve sunumları öğrenmek için tekrar tekrar gitmek lazım. Beş tane köprüsü var.

Gidilmesi gereken en önemli gece klübü Bar Rounge. (Bu şehrin en tepesindeki gece klübü) Girmem ile çıkmam arasındaki süre asansörde geçirdiğim zamandan daha kısa oldu. Bizim İzmir Hilton 32. kat misali bir yer. Japon turistlerin hoşuna gidebiliyor. Ama beni sarmaz. Bana jazz müziği ve doğal ortamlar olmalı. Hepsinden önemlisi de insan…

Gezilmesi gereken Clublar; Singerhaouse, Fame, Nordstane…

Dünyada ben iyi dondurma yemedim, nerede yiyeceğim diyenler içinse tam da Belediye meydanı karşısındaki Mövenpick Restoranı’nda (evet restoranında) oturup güzel garson kızın gelmesini bekleyin. Buradaki dondurmayı yerken 2 hafta önce Kahramanmaraş’taki Mado merkezinde yediğim dondurma ile kıyaslama imkanım oldu. Yanıtı mı? Çok merak edenler bana özelden sorabilir.

Bu arada İsviçre’ye gelmişken çikolata almadan sakın dönmeyin. Sadece çikolata satan dükkanlara gidin. Kafanızın karışmaması için sadece yerel çikolata isteyin. Kakao oranı da %70-90 arasını olanları tercih edin.

Saat veya çakı gibi şeyleri ucuza almak isterseniz ise dükkanlara gitmeyin, direkt olarak Manor’a gidin (Claraplatz) orası bizim Çarşı mağazaları gibi düşünün, ne ararsanız ve aramasınız da mevcut. Kampanyalar da olduğundan fırsatları yakalamanız mümkün. Saatler 61 euro’dan başlayıp, 12.000 İsviçre kronu’na kadar devam ediyor.

Basel’de yemek yenecek çok özel bir restoran var; Löwenzorn. Restoran 1781’den beri var. Burada yiyeceğiniz en otantik yemek ciğer. Evet bildiğiniz ciğer. Yanındaki patates ise ciğerden daha güzel. En sonunda ise Double espresso istemeyi unutmayın.

Bu gezi de Fransa Almanya ve İsviçre’yi 3 gece 4 günde görebilir, en romantik lokasyonlarda gastronomik Deneyimler yaşayabilirsiniz.

Ben neden mi gittim? Biz ülkemizde neden daha iyisini yapamıyoruz diye?

Bu hafta da benden bu kadar, kalın sağlıcakla…

 

Gürkan Boztepe / Gastronomi Turizmi Derneği Başkanı

Genel içinde yayınlandı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir