Doğasında ‘ Sevgi ’ Var!

Fotoğraflar: Hakkı Günerkan

Röportaj; Hatice Ünal Bilen 

Dilistan Çilingiroğlu Shipman  “Ben öğrencilerimi çok seviyorum. Ama galiba asıl insanları seviyorum. O yüzden de bu işi yapmak kolay oluyor.”,

Küçük bir çocukken hayali politikacı olmaktı. Çünkü ancak o zaman insan ve hayvan sevgisiyle dopdolu yüreği daha güçlü uzanabilirdi… Siyaset değil ama cesur, girişimci ve üretken mizacı en kuvvetli destekçisi oldu; ta ki bir Almanya seyahatinde hiç bilmediği bir yemek deneyimi üzerinden can sıkıcı Türk algısını yerle bir edene kadar!

Sonrası çorap söküğü gibi! Türkiye’ye muhteşem dönüş… Akabinde Yeditepe ve Bilgi üniversitelerine ilk gastronomi bölümünü açma başarısı… Öğrencilerin büyük sevgisi… Gastronomi literatürüne kazandırılmış değerli yazın eserleri…

Bu sayımızda iş’te kadın konuğumuz Bilgi Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölüm Başkanı Dilistan Shipman…

 Dilistan Hanım, sizi daha yakında tanımak isterim. Nasıl bir ailede, hangi idealler ve hayallerle büyüdünüz? Mutfak ve gastronomiye uzanan yolculuk ilk nasıl başladı?

Uzun senelerini mutfağa ve gastronomiye adamış biri olarak baştan söyleyeyim, ne çocukluğumda ne de ilk gençlik dönemlerimde hiçbir zaman mutfak hayallerimde olmadı. Benim o günlerden beri en büyük hayalim politikaya atılmaktı. Nedense severdim ve sebebi de herhalde siyasetin etkili gücüydü.

Güç ise hayat gayem ve hedeflerime ulaşmak için bir araçtı. Eskiden beri varsa yoksa hayvan haklarının, birilerine yardım etmenin, ülkeme faydalı işler yapmanın derdinde oldum hep. Bu yüzden birgün politikacı olursam gücüm de olur diye düşündüm.

Ben bir de ülkesini çok seven bir aileden geliyorum. Öyle ki babam ve amcam mesleki başarıları sebebi ile yurt dışından ciddi teklifler almış iki adam. Ne var ki ikisi de burada kalarak ülkelerine faydalı olmayı tercih etmişler. Biri iyi bir ziraat mühendisi biri de iyi bir doktor iken hem de.

 Hedefe giden yolda mesleki tercihiniz konusundaki başarınız takdire değer. Ama benim merak ettiğim kendinize idol seçtiğiniz bir politikacı var mıydı, o günlerden hatırınızda kalan?

O zamanlar çok iyi politikacılarımız vardı tabii. Herhalde onları örnek almışım ama şimdi bir isim veremeyeceğim. Hatırladığım sadece bir kadın başbakanımız yoktu. Hatta Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olacağım diye tutturmuştum. Neyse sonra Tansu Çiller oldu da vazgeçtim.

Ben de eğitim hayatıma devam ettim. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Finans ve İstatistik bölümü mezunuyum. Tıp puanıyla iktisada girmiş bir kızım ben. Okuldayken şimdi rahmetli oldu, bir hocam vardı. “Senin işin insanlara yardım etmek” derdi hep. Demek ki çok inanmışım ona. Üniversiteyi bitirdikten sonra Almanya’ya gittim. Baktım ki benim gibi birçok Türk var orada ama insan yerine konuldukları yok. Tabiri caizse beşinci sınıf insan muamelesi görüyoruz. Almanlar bizi eğitimsiz ve cahil görüyorlar. Bizimle ilgili hiçbir şey bilmiyorlar. Bu durum beni tabii çok üzdü. Bir çıkış yolu aradım kendime… Belki ülkemin yemekleriyle sesimizi duyurabilirim dedim neticesinde.

pasta

 Türk yemek ve mutfak kültürü konusunda kendinize güveniyordunuz öyleyse.

Tam tersine, o kadar iyi yemek pişirme deneyimim yoktu. Hiç unutmuyorum, annem bana Türkiye’den yeşil bir yemek kitabı gönderdi. İçinde şimdiki gibi resimler yok, standart reçeteler hak getire…

Onun üzerine Almanya’da Türk yemekleri kursu açtım, katılım çok yüksek oldu. Hatta o kadar iyiydi ki onu ARD diye bir televizyon programına taşıdık. Ortada madem bir başarı vardı, öyleyse onu eğitimle de desteklemeliydim. Hemen ardından Mutfak Yönetimi okudum. Bir ev kiralamıştım o zaman, ekmek fırınının üzerindeydi… “Ben ekmek yapayım” oldum. Yapması kolay olmadı tabii. Çünkü ekmek üzerine yazılmış bir kitap bile yoktu.

Aradan seneler geçti ve ben ekmek kitabımı yazdım. Onun hikayesi de şöyledir; rahmetli Tuğrul Şavkay ve eşim David Shipman ile Yeditepe Üniversitesi’nde ilk gastronomi bölümünü kurduk. Sağ olsun, o dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan da bizi çok destekledi. Bu çok cesur bir hareketti çünkü. İnsanların aşçılığı adam yerine pek koymadığı bir zamanda Allah rahmet eylesin, Tuğrul Şavkay ile güzel işler yaptık. Kendisi süper bir insandır, o da sosyologtur aslında.

Uzatmayayım, ardından Yeditepe Üniversitesi’nde master’ımı yaptım. Doktoram da şarap üzerinedir. Ondan sonra da bu işe gönül verdim. Şimdi de Bilgi Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları bölümündeyim.

 Bunca iyi kötü deneyimden sonra öğrencilerinize bu meslek adına en çok neyi salık veriyorsunuz, paylaşır mısınız?

Öğrencilerime hep “iyi bir aşçı olabilirsiniz, annem de çok güzel yemek yapıyor ama önemli olan mutfağın bilimini öğrenmek” diyorum. Bir de ben Türk Mutfağı yerine Türk Yöre Mutfağı denmesini daha doğru buluyorum. Dersin ismini de öyle koydum zaten. Çünkü siz de Türksünüz ben de Türküm. Aynı ülkede yaşıyoruz. Ama ben baba tarafından Karadenizliyim, Trabzon Sürmeneli babam. Annem ise Giritli. Büyüdüğüm yemekleri mesela Adanalı arkadaşım bilmiyor. Bunun da sebebi yörenin coğrafyası ve kültürel farklılıkları. O yüzden ta en başından en büyük hayalim yöreleri anlatmak oldu.

 Biraz önce Yeditepe Üniversitesi’ndeki kariyerinizden bahsederken eşinizden söz ettiniz. David Shipman ile nasıl tanıştınız? Bir aşçıyla evlenmek size ve mesleki kariyerinize neler kattı?

David ile tanışmamız çok ilginçtir. Onunla 1998 senesinde Uludağ’da tanıştık. Kayak yapmak için gittim ama kar yağmıyor. David de o sene Türkiye’ye ilk defa Uludağ’da bir tesis kurulumu için mutfak danışmanlığı yapacak… Tesadüfen bir ortamda tanıştık ve kendisi üç gün sonra bana evlenme teklifi etti. Ben de kabul ettim, üç günde ne cesaret ama mutlu mutlu oturuyoruz işte. Bizimkisi ilk görüşte aşktı… Ben ona, o bana ilginç geldik herhalde. Bir sohbet bir sohbet… İyi ki de kar yağmamış ki birbirimizi bulmuşuz diyoruz hala. David de okulumuzda hoca olarak görev yapıyor. Bizden çok Türk zaten. Bu ülkeyi de çok seviyor.

pasta1

 Belli ki bu bir aşk evliliği olduğu kadar mesleki de bir evlilikti, öyle değil mi?

Aynen öyle. David ile evlendikten sonra birlikte pek çok proje yaptık. Bunlardan biri biraz önce bahsettiğim, Yeditepe Üniversitesi Gastronomi bölümünün kurulmasıydı. David ile evlenmem mesleki gelişimimi çok etkilemiştir. Mesela ekmek kitabımı eşim olmasaydı yazamayabilirdim. Üstelik biz o kitapta sadece reçete de vermedik. Unun hikayesini anlattık. Ekmekle yenilebilecek tatları eşleştirdik. Enteresan bir kitap oldu. O kadar ki arkasından yazdığım başka bir kitabım İspanya’da ödül almasına rağmen herkes hala ekmek kitabımı konuşur.

 Gündeminizde yeni kitaplar var mı peki?

Şu an yeni bir kitap üzerinde çalışıyorum. İnşallah üniversitem basacak onu. Adı “Lezzet Yolculuğu”. Sirke ve bal gibi ilginç tatları geçmişten bugüne yolculuklarında farklı hikayeleriyle anlatmaya çalışıyorum. Çikolatanın klasik hikayesi şeklinde değil ama… İçinde tarihte yemekten dolayı cereyan eden olaylar, isyanlar da var, farklı ülkelerde aynı zamana hakim değişen yemek alışkanlıkları ve kültürleri de var. Değişik bir bakış açısıyla yazıyorum ve de bir ay içinde tamamlamam gerekiyor. Ocak ayının sonunda bitireceğim, iddialıyım!..

Bu kitabı bastıktan hemen sonra bir projem daha var. Onu da ayrıca paylaşmak isterim. Bölüm derslerine bir yenisini daha ekledim. Şöyle ki; Bildiğiniz gibi biz Bilgi Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü olarak Kendhall Univercity ile ortağız. Yani çift diploma değil ama öğrencilerimizin oradan da bir sertifika alma olanağı var.

Konu şu ki; okulumuzda Şarap Bilimi dersimiz var. Aynı şekilde Yeditepe Üniversitesi’nde de vardı. Mecburi tuttuğumuz bir ders bu. Fakat ben inançları veyahut da alerji gibi özel durumları sebebi ile alkol tüketimi yapmak istemeyen öğrencilerimizi de düşünerek aynı geçerlilikte Çay Kahve Bilimi diye bir ders açtım. Çünkü inanın inanmayın, insanlar birbirlerinin inançlarına saygı göstermeli. Hatta bir öğrencim bu dersi kitaplaştırmamı önerdi. Ben kitap yazarken işin içine öğrencilerimi de katıyorum. İki öğrencim var. Onlarla beraber inşallah çay kahve kitabımı yaz sonuna kadar tamamlamış olacağım. Çünkü biz insanlar bu dünyada gelip geçiciyiz. Arkamızdan bir eser bırakırsak ancak okuyanlar rahmetle anarlar. Bu şekilde ülkemize ve dünyamıza da faydalı bir iş yapmış oluruz. Yoksa takdir edersiniz ki, kitaplardan zengin olunmuyor.

 Bu güçlü vizyon Bilgi Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları bölümüne sizce neler katmış olabilir?

Ben buraya geldiğimde bir senelik kurumdu. Daha mutfağı yoktu. Eşim David bölümün mutfağını dizayn etti. Yeditepe Üniversitesi’nde gastronomi bölümünü açtığımızda da böyle düşünmüştüm. Asla ezberle öğretmek değil! Bugüne kadar ki vizyonum ve misyonum öğrenmeyi öğretmek oldu. Ben bir eğitimci olarak öğrencimin önüne öyle kapılar açmalıyım ki kişi daha çok öğrenmek ve araştırmak isteğini kendinde bulmalı…

Bizim sınavlarımızda belki bir iki tane mecburiyetler dışında ezber soruları olmaz. Bizler okulumuzda öğrencilerimizi tek bir günle, sınav sistemleriyle değerlendirmek yerine bütün bir sene boyunca ilerleyişini görerek notlar veririz. Bu noktada öğretmenin öğrenci üzerindeki pozitif izlenimleri de çok değerlidir bizim için. Çünkü Bilgi’de mutlu öğretmenlerin mutlu öğrenciler yaratacağına inanılır.

Bizler eğitim kadromuz olarak burada ülkemize mutlu ve anlayışlı bireyler yetiştirmek için çabalıyoruz. En çok da birbirini kritik etmeyen bireyler… Neden çünkü yemek bütün dinlerin, renklerin ortak paydasıdır da ondan. İster Çinli olun ister Türk isterseniz Amerikalı… Değişmeyen tek bir gerçek var ki, herkes yemek yiyor. Dolayısıyla o mutlu bir şey olmalı…

pasta2

 “Almanlar yemekle beni insan yerine koydular”

Ben bütün bunları yaparken aynı zamanda ülkemin tanıtımına katkıda bulunmayı da çok önemsedim. Belki birilerine güzel birilerine çirkin gelmişimdir ama ben Almanya’da inanın sadece yemekle, daha önce hiç tatmadıkları bir dolmayla onlara ulaşmayı başardım. Beni bir insan yerine koydular…

Bir tanesi buydu. Bir de lisanım var tabii. Kendimi ve yemek kültürümü doğru bir şekilde aktarabiliyorum. İşte o zaman Türkiye’yi daha evvelinde hiç görmemiş insanlar ülkemi merak etmeye başladılar. Bunun bir yerde turizme de katkısı oluyor elbette. Gastronomi kavramı bu sebeple de çok önemli. Hatta benim şu anki çalışmalarımın ağırlığı gastronomi turizmi üzerine. Tamam, ülkemizi ziyaret eden yabancı turistler binaları, yapıları görüyorlar, tarihimiz şahane… Ama bu ülkeyi 10 sene gezsen bitiremezsin. Onun için çocuklara da bu vizyonu aşılamaya çalışıyorum.

Ve “yazın” diyorum. Her şey dokümanter hale getirilmeli ki okunsun… Hatta yabancı dilde de yazılmasını öneriyorum ki Anadolu ve Türk Yöre mutfaklarımız tüm dünyada bilinsin, herkes okuyabilsin… Bence iyi bir iş yapıyorum, az da olsa hem ülke tanıtımına hem turizme bir katkımız oluyor.

 Siz kendinizi nasıl anlatırsınız? Dilistan Shipman kendi gözünden nasıl biri?

Ben babamdan çok dayak yedim. O yüzden yalan söylemeyi hiç sevmem. Beyaz yalanlar olabilir, duruma göre… Ama yalan bir de sadakat çok önemli benim için. Tabii parasız yaşanmaz ama para benim hayatımda beşinci sırada geliyor. Sıhhatli olursanız para kazanabilirsiniz. Çalış kardeşim, az kazan çok kazan… Sadakat inanılmaz önemli! Yalan söyleme, kimseye kazık atma, iyi insan ol, kimseye bile bile kötülük yapma, senden büyük olanları muhakkak ziyaret et… Vefa duygum da çok gelişmiştir benim. Bana bir kere iyilik edin, onu ömür boyu unutmam zor. Mutlaka kötülüğün nedenini sorgularım.

 Anladığım kadarıyla karakterinizin oluşumunda babanızın tesiri çok büyük olmuş.

Babamı çok beğenirdim. Allah rahmet eylesin, kendisi devlette çalışıyordu. Etrafındaki herkesin yolsuzlukları çıktı, bir onunki çıkmadı. Babama çalışanları bile “baba” derdi öyle söyleyeyim. Çok dürüst bir adamdı. “Yalan söyleme, çalışkan ol” derdi hep. Biz onun için az uyur çok çalışırız. Ben mesela dört saat uyurum. Annem çok şikayet etmiştir ama bebekken de çok uyumazmışım. Az uyurum; babam gibi düsturum “erken kalkacaksın, çok çalışacaksın”. İşim bitmeden yatağa girmem mesela…

şefler

 Boş zamanlarınızda neler yapmaktan hoşlanırsınız?

Ben daha çok yazı yazmayı seviyorum. Mesela bir öğrencim vardı, baktım genel kültürü çok zayıf. Dedim ki “evladım çok yakışıklısın, inşallah mezun da olacaksın. Ama genel kültürün çok zayıf.” O da bana şunu söyledi: “Ama öğretmenim bana hiçbir öğretmenim oku demedi ki” Durum bu… Ben de öğrencim madem kitap okuma alışkanlığına sahip değil, bundan sonra da edinmesi güç diyerek ona google’dan genel kültürle ilgili siteler buldum, “bunları oku ve bana rapor et” dedim, çok mutlu oldu.

Benim için öğretmen olmanın değeri ve sorumluluğu bu işte. Bu yıl eğitim hayatımda 18. senem… İlk öğrencilerimle hala görüşüyorum. Babamın vefatında kalktılar geldiler, inanamadım yani. Bir kere gençleri seviyorum, insan onlarla genç kalıyor zaten. Onlara bir şeyler verebilmek bana büyük mutluluk veriyor. Ben de o anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü benim eğitmenlerim de aynı şekilde çok iyilerdi. Ben Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden mezun oldum. Öğretmeni severseniz o dersi de seviyorsunuz zaten. Onun için ben de okulumda onu vermeyi seviyorum.

Onun dışında sokak hayvanlarına deliler gibi bakıyorum. Bu konuda Beykoz Belediyesi’nden çok memnunum. Onlara yemekler taşıyorum, elimden geldiği kadarıyla bakmaya çalışıyorum. Bir de tabii yemek yapıyorum.

 Bir kadın olarak “iş’te kadın” olmanın değeri, anlamı ve çalışma hayatına katkıları üzerine neler söyleyebilirsiniz?

Ben bu mesleğe gelmeden evvel Mudo Anonim şirketinde çalışıyordum. Markanın oluşturulmasına çok büyük katkılarım olmuştur. Bir kadın olduğum için hiçbir problem yaşamadım orada. Süper bir de patronu vardı. İş dünyasında kadın ya da erkek olmaktan dolayı problem yaşayan insanlar muhakkak vardır ama benim başıma hiç gelmedi. Çünkü ben hiçbir yerde bir kadın olarak algılandığımı sanmıyorum. Ülkemde hiçbir tacize uğramadım. “Sen kadınsın yükselemezsin” diyen olmadı…

Ha, şöyle de bir durum da var ki, bir erkek ve kadın eşit derecede çalışıyor olsa ben tercihimi erkekten yana kullanırım. Çünkü kadın duygusal, çocuğu hasta oldu mu evine gitmek istiyor, erkek öyle değil. Veya atıyorum kadın bir hayal kırıklığı yaşarsa kolay kolay kendine gelemiyor. Ama erkek cinsi öyle mi? Erkek belki o akşam kafayı vurur ertesi gün hayata yeni bir dünya arayarak bakar.

Anlatmak istediğim erkekler daha kareler, biz kadınlar ise daha yuvarlak kafaya sahibiz. Erkek duygusal durumlarda atıyorum işi, arabası gibi tek bir konuya odaklanıyor. O esnada ise evini, işini, çocuğunu düşünmüyor. Bu yüzden de tercihen erkek çalışanları seçiyorum.

Benim bugüne kadar kadın olmakla ilgili değil de tarzım itibari ile kaybettiklerim olmuştur. Mesela doğruyu söylemek gibi hatalarım olmuştur. Yaa sus, sana mı sordular söyleme ama değil mi? İşte onu hiç yapamam ben. Doğrunun peşinden koşmaya bayılırım misal… Politik olamam, idare edemem, hemen söylemem lazım. Bu sebeplerden, yoksa 90’lı yılların başından beri Türkiye’de çalışmaktayım. Dediğim gibi çok ciddi problemlerim de olmadı. Hatta kadınlarla daha zor çalışırken erkeklerle çalışmaktan son derece memnunum. Ben mutluyum. Aslında ülkemde de mutluyum. Tabii canımı sıkan birtakım kurallar yok değil. Mesela okulumuzda aşçı bir kız var, yurt dışında okumuş ama gelin görün ki YÖK onu tanımıyor. O arkadaşımızı burada çalıştıramıyorum. Halbuki özellikle bizim mesleğimiz için birtakım ayrıcalıklar olmalı.

Bu meslekte 50 yıl geçtikten sonra diploma arayabiliriz de ama alaylı birçok aşçımız da var. İşlerinde son derece profesyoneller ama ben onları burada part time olarak bile çalıştıramıyorum. Büyük bir olasılıkla onlar da “niye bizi çağırmıyorlar” diye soruyorlardır. Çağırmak istiyoruz da olmuyor işte. Yoksa başka bir problemimiz yok. Hayat güzel… Okuluma aşığım… Eğitime bayılıyorum… Daha doğrusu mutluyum. Bir sıkıntım yok.

ödüül

 Yemek, mutfak, gastronomi sizin için neyi ifade ediyor?

Hepsi birden bana mutluluğu ifade ediyor. Bakın orada ne çekişme olabilir ki? İki aşçısınız diyelim. Yemekler yapıyorsunuz. Birinin yemeği daha lezzetli olabilir veyahut diğerininkinin sunumu… Biraz da kıskanırsınız birbirinizi. Ama sonuçta bir yarış yok orada. Tam aksine çok büyük bir haz var, mutluluk var…

Ben geçen gün çocuklara da anlatıyorum, hangi olayımızda yemek yoktur ki? Seviniriz, “beraber bir yemek yiyelim” deriz. Çok üzülürüz, “yaa bir çay içelim de şunun üzerinden bir konuşalım” deriz. Bir vefat olur, hemen helvalar kavrulur, komşular tencere tencere yemek taşırlar. Doğum olur, düğün olur; yine yemekler, tatlılar…

Demem o ki; üzüntü, sevinç, mutluluk ve her şeyde yemek vardır. Yemek o kadar güzel bir keyiftir ki orada yarışmalara, hırslara, kıskançlıklara gerek yoktur. Adeta her şeyin kaybolduğu bir dünyadır orası çünkü.

 Hazır bu kadar yemekten bahsederken, yemek pişirmekle aranız nasıl? En sevdiğiniz mutfaklar, yemekler hangileri?

Yemek yapmayı da seviyorum ama size şöyle söyleyeyim. Ben mutfakta en çok ekmek yapmayı, hamurla oynamayı seviyorum. Bu arada okulumuzda pastane dersi veriyorum. Tercihimse çok süslü pastalardan yana değil, sevmiyorum. Belki bunu söylemem çok yanlış gelebilir çünkü bu işi bir meslek olarak yapan arkadaşlarımız var. Ama bana öyle geliyor ki, çok süslediğiniz yemek çok makyaj yapan kadına benziyor. Ben sade, saf, güzel olanları daha çok seviyorum. Pasta da olsa bu kural değişmiyor benim için. Yine de zevk meselesi tabii. İlla da benimki doğru diye bir iddiam asla yok.

Ekmek, pasta ve diğer pastacılık ürünleri hata kabul etmiyorlar. Bu da yemek yapımıyla kıyasladığımızda önemli bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyor. Misal, etle pişirdiğiniz bir yemeğe tuzu az geldiğinde biraz daha ekleyebilirsiniz ama bir ekmeğe sonradan tuz eklemeniz imkansız. O yüzden ekmeğe, hamurun cinsinden yapılan her türlü ürüne aşığım. Ben gece vakti kalkar, ekmek yapmaya koyulurum. Kaldı ki bir ekmeği doğru düzgün yapınca üretimi 6 saati bulur; uyanırım, yatarım, kalkarım, mayalarım… Bir ekmeğin yapımından aldığım keyif ve hazzı da başka hiçbir şeyden almam.

Onun dışında pilavın her türünü yapmayı seviyorum Etrafımdaki herkes de en iyi benim yaptığımı söyler. Hatta neredeyse hiçbir şeyi beğenmeyen eşim benim pilavıma aşıktır. Öğrencilerime hatta bir ders sadece pilav öğretiyorum. Türk pilavı da değil sadece! Pilavın her türlüsü bahsettiğim. Etli yemekleri pişirmeyi çok fazla sevmiyorum. Otlardan yapılmış yemekler bilmiyorum daha fazla ilgimi çekiyor.

 Son olarak bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?

Bilgi Üniversitesi’nden ilk mezun ettiğim öğrencilerden üçünü buraya hoca olarak aldım. En büyük hedefim; onları yetiştirmek, benim yerimi onların almasını sağlamak. Okulumuza YÖK’ten bir bey gelmiş ve bana “sen ne istiyorsun” diye sormuştu. Kendisine bir master programı istediğimi söylemiştim. Birilerini yetiştireyim, yerimizi alsınlar, geleceğin iyi eğitilmiş, pozitif eğitimcileri olsunlar istiyorum. Başka da bir amacım yok. Hatta beni bile ileride yarı zamanlı öğretmen olarak aralarına alabilirler.

Onun dışında kitaplar yazayım istiyorum. Ömür nedir ki yani? Birgün bakmışsın, ölüp gitmişiz. O arada hani güzel bir şeyler yapayım istiyorum. Tabii bu arada bir evlat yetiştirdim, 28 yaşında bir oğlum var. O da Bilgi Üniversitesi mezunu. Dört lisan konuşuyor. Üniversitemizde oyun üzerine master yapıyor ama bir tane yetmez tabii. Ben mümkün olduğunca ülkeme fayda sağlayacak daha çok çocuk yetiştirmek istiyorum.

ŞEF

#DoğasındaSevgiVar #DilistanÇilingiroğluShipman #İşteKadın #Gastronomi #Yemek #Mutfak #Sevgi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir