Handan Atamer Engin: Hayalim, TÜRSAB’a ilk kadın başkan olmak!

Röportaj: Hatice Ünal Bilen  – Fotoğraflar: Göçhan Yıldırım

Aslen gıda mühendisi. Turizmci annesi gibi öyle dominant, baskın ve dinamik ki, gıdadan kopup turizmle buluşması hiç de şaşırtıcı bir tesadüf değil! Türkiye’de acente faaliyetlerinin tur satışlarından ibaret olduğu 90’lı yıllarda outsource hizmetiyle MICE etkinliklerine ilk adımını atan bir deneyim, Handan Atamer Engin.  KITES Travel ve KITES Event’in kurucu ortaklarından. Turizmde özgür, sosyalist, dik ve adil duruşuyla TÜRSAB çatısında ilk kadın hareketini başlatan… Başlatmakla da kalmayıp, birliğin ilk kadın başkanı olma hayalini adım adım yaşatan…

Pandemide outgoing krizi sebebiyle dümeni acentecilik faaliyetlerinden dış ticarete kıran, ne var ki özgürlük ve hayal kapısı olarak benimsediği turizmden bir an olsun kopmayı aklından geçirmeyen Handan Atamer Engin ile turizme başlama öyküsünden TÜRSAB’ın ilk kadın başkanlığı hayallerine kadar keyifli ve çarpıcı bir söyleşi gerçekleştirdik.

Turizm, seyahat acenteciliği yolculuğunuzda en önemli adımlar ve dönüm noktaları neler oldu? Nasıl bir hikayeniz var?

Dört buçuk yaşında ilkokula başlamış, altı buçuk yaşında da yatılı okumaya geçmişim. O da şöyle oluyor, okula gitmeden, evde okuma yazmayı öğrenince annem daha doğru öğrensin düşüncesiyle beni okula yazdırmaya götürüyor. Okul almıyor doğal olarak. Onun üzerine İzmir’in çok ücra bir köşesindeki bir okula bağış yaparak kaydımı yaptırıp, naklimi benim kaydımı yapmayan okula aldırıyor.Nasıl bir anne ile büyüdünüz? 

Çok dominant bir anneydi. Hem bir ev kadını hem de turizmle uğraşan biriydi. Hem turizm hem de ailemiz nedeniyle yurt dışı deneyimi oldukça fazlaydı. Dünyayı görmüş, inanılmaz çevreye sahip bir kadındı annem.

O günkü koşullarda okula erken başlamak bir avantaj mı, dezavantaj mı doğurdu? Erken büyümek ve erken yol almak nasıl bir duygu?

Ben hayatta koşturmayı seven biri oldum hep. Her ne kadar zamanla yarışmasam da hep böyle bir telaşım vardı. Okul da bunun bir parçasıydı. Benim kendi sürecimdi, kendi seçimimdi. Pişman mıyım, asla! Bugün yaşıtlarıma göre hayat tecrübem çok fazla. Çünkü o yolları daha erken yürüdüm. Evlilik hariç, her şeyi herkesten önce yaptım. Benden iki yaş daha büyüklerimle okudum hep. Ama şunun tekrar altını çizmek isterim, hayatım boyunca kimselere bulaşmadan, yarışa girmeden kendi bildiklerimi yapmaya çalışan biri oldum.

Hangi okuldan mezunsunuz? Eğitiminizi nerede tamamladınız?

Aslında gıda mühendisliği okudum. Liseye gelinceye kadar ne yapacağımı bilmiyordum. Üniversiteye hazırlanırken matematik kafasına sahip olduğumu fark ederek sadece üç tercihte bulundum. Bilgisayar, gıda ve endüstri mühendisliği. Sözel anlamda ise sıfırdım. Halbuki şu gün fark ediyorum ki, kompozisyonum kitap yazma düzeyine gelecek kadar iyi. Kendime göre bir tarzım var. Belki o günkü kompozisyon şartları bana uymuyordu. Hep farklı olma çabası içindeydim. Mühendis olmayı kafama koyduğum anda, anneme dedim ki: “Ben modern matematik ile birlikte klasik matematik de okumak istiyorum.” Onun üzerine lise birinci sınıftan itibaren dershaneye gitmeden, her hafta sonu ailemin o dönem ikamet ettiği Aydın’a gidip özel hocayla sıfırdan klasik matematik eğitimi aldım. Bunun da sebebi, üniversite sınavında hem modern hem klasik matematikten iki soru gelirdi. İkisinin de cevap şıkkı aynıydı. Bu sayede 33’te 33 yaptım. Modernde kaçırdığım soruyu klasikle telafi etmek üzere bir hedef koymuştum kendime. Bu tuttu ve ben de ikinci tercihim olan gıda mühendisliğine üçüncülükle girdim.

Gıdanın dibine inmek istedim”

Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği bölümünü severek ve isteyerek okudum. Çünkü biliyordum ki, dünyanın geleceği gıdaya bağlıydı ve benim de yapmak istediğim şey, pişirmekten öte gıdanın dibine inmekti. Gıdanın bütün hikayesi, özü, kimyası, oluşumu benim için çok keyifli bir yolculuktu. Okul bittikten sonra McCormickin Türkiye lisansör firmasında işe başladım. Bir dünya deviydi. Rahmetli Selim Yaşar, çok yakın dostumdu. Beni Tuborg’un Halkla İlişkiler Direktörlüğüne getirdi. Çok genç yaşta Tuborg’un etkinliklerini yapmaya başladım. Aslında bugün MICE dediğimiz etkinlikleri ben Tuborg çatısı altında profesyonel olarak yaptım. Arkasından 17 kişilik bir kadroyla işten atıldık.Bunu geçmek istemiyorum. Severek yaptığınızı söylediğiniz gıda mühendisliğinden halkla ilişkilere nasıl dümen kırdınız?

O da şöyle, Selim’le bir gün plajda oturuyoruz. Tuborg ve Yaşar Holding’de benim gibi bir halkla ilişkiler elemanına ihtiyacı olduğunu söyledi. Tuborg’un Tuborg olduğu zamanlar tabii. Venüs Güzellik yarışmaları, takvim çekimleri, plaj voleybolları… Mesela plaj voleybolu benim elime doğdu. Aslında bugün MICE etkinliklerinin temellerini ilk olarak Tuborg’ta atmıştım. Sonrasında tam kadro işten atıldık. Ağlayarak ofise geldim. Annem 1993 yılında acenteyi kurmuştu. Genç yaşımda kurucu ortaklarından biri de bendim.

Aklıma birden Tuborg’un gerçekleşecek olan bayi etkinlikleri geldi. Yeni genel müdür, eski pazarlama müdürüydü. Ona üç senedir bütün işleri kendimin yaptığını hatırlatıp, bu işi nasıl yapacaklarını sorduğumda yeniden işimin başındaydım. Ama bu defa kendi seyahat acentemden bir etkinliği outsource ederek. O zaman Türkiye’de MICE diye bir şey yoktu. Seyahat acenteleri vardı ama sadece tur satışı yapıyorlardı. Etkinlikler deseniz o da yoktu. Biz de incomingciydik.

Bedel ödeyerek bugünlere geldim”

Hiç unutmuyorum, annem bu işlere girdiğimde bana şunu söyledi: “Bak burada incomingi öğrenmiyorsun, kendi başına iş çıkarıyorsun, eğer incomingi öğrenirsen ne kazanırsak payına düşeni alırsın. Ama burada kendine iş üretiyorsan ne kazanırsan onu yersin.” Benim dönüm noktam aslında annemin bu sözü oldu. Sonra baktım bana para vermeyecek. Çünkü çocukluğumda da bana hiç harçlık vermezdi. Bizim evde her şeyin bir karşılığı vardı. Yatak toplamanın, sofrayı kurmanın, bulaşık yıkamanın… O yüzden hiçbir zaman kolaylıkla para sahibi olmadım. Bedel ödeyerek bugünlere geldim. Bu doğru bir sistemdi benim için. Çocuğum olsa aynı şeyi yapardım. Bir işin karşılığında emek harcamak çok kıymetli.

Hemen arkasından biraz da ailemin gücü ve networkunu kullanarak İzeltaş’ın bayi toplantısını yaptım. Onu Yeni Konak Mağazaları takip etti. İzeltaş gibi onun da sahibini tanıyordum. Bugünün Beymen ve Boyner’i gibi düşünebilirsiniz. 33. senede, 33 milyonluk alışverişe bir kupon verme ve 33 kişiyi Paris’e götürme teklifimi kabul ettiklerinde deli bir alışveriş oldu. O kadar ki, 20. yılında Ankara için de yapmayı önerdiler. O zamanlar için çok büyük işlerdi onlar.

Annemden hiçbir zaman gurur ve aferin cümlesi duymadım”

Annem sonra baktı ki, enteresan bir şeyler yapıyorum. O zaman biraz güvenir gibi oldu. Ama hiçbir zaman tam bir güvenle rahatlatan bir yapısı da olmadı. Hep kendimi zorlamamı istiyordu. Annemden hiçbir zaman gurur ve aferin cümlesi duymadım. Bu belki de beni hep daha iyisini yapmak yönünde motive etti. Akabinde dördüncü işim olarak, İzmir Barosu’nun ilk defa bir takım olarak Dünya Avukatlar Şampiyonası Mundiavocat’a katılmalarını sağladım. Hatta dereceyle döndüler.   Devamında dünyadaki fuarları takip etmeye başladım. 1997’den sonra sektörleri fuarlara götürmeye başladım. İzmir’de çok çevrem var. Onların şirketlerinin bayi toplantıları ve kampanya gezileri başladı sonrasında. Kendi çevremle yürüterek o işlerimi devam ettirdim.

Annem 2001’de rahatsızlanmıştı, 2005’te kaybettik. Rahatsızlanınca zaten incoming ile ilgilenmem mümkün olmadı. Ayrıca 1994’ten 2001’lere gelinceye kadar kurumsal portföy çok genişlemişti. O zaman en büyük sıkıntım, İzmir kartvizitine sahip bir firmaya İstanbul’daki şirketlerin iş vermek istememeleriydi. Bizi küçümsüyorlardı ve bu çok ağrıma gitmişti. “Bir gün buraya geleceğim ve size iş yapacağım” diyerek ayrıldım hep o toplantılardan, sonuçta da başardım. “İstanbul seni bir gün yeneceğim!” mi dediniz yani?

“Yeneceğim” demedim ama “İstanbul’a geleceğim ve bir gün sizden iş alacağım” dedim. O zaman İstanbul’dan iş alamayınca rotayı Kayseri, Konya ve Antep gibi başka şehirlere çevirdim. Çünkü iş alamadım, vermediler. Çok direnç gösteren bir pazardı ve hala da öyle olduğunu düşünüyorum. 2005’te annemi kaybettikten sonra İstanbul’a geldim ve evlendim. 2008’te eşimle beraber İstanbul’daki etkinlik ajansını kurduk, o da KITES. Ama şunu yaptım, iki ayrı kart bastırmadım, aynı kartta İzmir ve İstanbul olarak koydum önlerine. O firmalar İstanbul adresime tav oldu ama faturaları İzmir’deki firmamdan, seyahat acentemden kestik. Halen de kesmeye devam ediyoruz. İşin aslı onları da İzmir firması ile çalışmaya alıştırdık.

Şu an neler yapıyorsunuz? KITES Travel’daki son durum ne?

Çoğunlukla kurumsal işler yapıyoruz. Kişiye ve kuruma özel projeler çalışıyoruz. Bu arada gene incoming var ama incoming denilince ilk anlaşılan mass (kitle turizmi) düzeyde değil. Yurt dışından da yine incomingi MICE düzeyinde yapıyorum, o da benim için önemli. Mesela 2005 yılında Bangkok’daki çalıştığımız iş arkadaşımızla bir ortaklık gerçekleştirdik. Dolayısıyla 2005’ten beri Bangkok’da yerel acenteyiz. 2007’de de Fas’ta böyle bir resmi ortaklık kurduk. O yıldan bugüne Fas Marakeş’te yerel acenteyiz.

“Ben dünyada global bir oyuncuyum”

Pandemi gölgesinde 2020 ve 2021’i geride bıraktık. Salgın süreci sizin için nasıl geçti?

Çok kötü. Bangkok ofisi kapalı. Tayland hala kısmen kapalı olduğu için oranın da ne zaman normale döneceği belli değil. Fas aynı şekilde. Hatta 29 Kasım’da 15 günlüğüne tekrar bir kapama yaptılar ama son durumda 31 Ocak tarihine kadar gene kapalı. Orasının uzatılmadan açılmasını istiyorum. Çok önemli bir şey söyleyeyim. Ben dünyada global bir oyuncuyum. Sadece Türk pazarından yaptığımız operasyonları hesaplayarak ortaklıklar yapmadım. Demek istediğim, Asya içinde Asya’yı satmak… Türk pazarındaki hırçın rekabete girmiyoruz. Kendi müşterimize kendi koşullarımıza göre olması gereken en iyi teklifi sunuyoruz. Tayland’daki ofisimiz, 2007, 2008 ve 2009da Vietnam ve Kore’den Tayland’a en çok turist getiren acente olmuştu. Ama tabii ortağımın da çabasıyla. Global oyuncuysanız, sadece Türk pazarından gidecek yolcuyla iş yapacak bir mantığınızın da olmaması lazım. Gittiğim yerin kendi ortamına adapte olmayı beceriyorum. En önemli özelliğim, su gibi kabın şeklini alabiliyorum. Hiç Türk mantığıyla bakmıyorum.

Türk mantığına açık bir eleştiri mi bu?

Kısa zamanda iş yapsın, para kazansın, hatta zengin olsun. Şöyle örnek vereyim, Fenerbahçe-Galatasaray şampiyonluk mücadelesinde ben nasıl iyi oynar ve kazanırım değil, karşımdaki nasıl puan kaybeder diye hesap yapıyor. Ben karşımdakinin puan kaybetmesiyle hareket etmiyorum. Başkaları ne yapıyor, umurumda değil! Kendi yaptığımdan mesulüm. Bu benim için en önemli kriter. Kendimi geçmek zorundayım. Elimdeki işi doğru yapmak, yaptığım işi çok iyi öğrenmek ve bilmek. Karşımdakine olumsuz bile olsa her zaman doğru bilgi vermek esas benim için, tercihi o yapsın. Kandırmacayla iş yapmayı hiç sevmedim. Bir başkasının işine çomak da sokmam.

Türk pazarı olarak şu an içinde bulunduğumuz duruma sebep yüzde 100 kendimiz diye düşünüyorum. Hani hep hava yolları, kanunlar, şudur, budur suçlarız ya. Hayır, bugünkü duruma kendi kendimize geldik. Müşteriyi almak için ya kalitemizden kıstık ya karşımızdakinin verdiği fiyatın altına inme gibi saçma sapan bir politika yürüttük. Müşteriyi de buna alıştırdık. Müşterinin bizi birbirimize vurdurmasına sebep olduk. En basitinden hava yollarından aldığımız komisyonlar, servis bedellerini etik olarak kullanmadık.

Teklif isteyen müşterim, “Falanca sizden daha düşük teklif verdi” dediği zaman, “Tercih sizin, gidin ondan alın” diyorum. Hiçbir zaman fiyat kırmıyorum. Çünkü ben fiyatımı kendi şartlarımda veriyorum. Müşteriyi kaçırmak için ilk başta intihar fiyatı vermeyeceğime göre zaten olması gerekeni veriyorum. Ticari bir işletmeyim, zararına niye iş yapayım? Türk mantığı ise başkasından işi kapmak için her yolu mübah gören bir anlayış. Dünyanın hiçbir turizm bölgesinde vadeli satış diye bir şey yok. 15 günde ödediğiniz bir uçak biletini 60 ila 90 gün vadeli satmak dünyanın hiçbir ekonomisine uygun değil.Vadeli satışı ilk başlatan firma bugün yok”    

Günümüzde turizmin en büyük problemi şu, bunu çok rahatlıkla söyleyeyim. Benim için turizm bir meslek. Ben hep şu cümleyi kullanıyorum, “Turizm, ha tur satmış ha limon satmış onun için farketmeyen insanlar/kurumlar girdiğinde bitti.” Tabii ki ben de para kazanıyorum. Ama ben bunun çok ciddi bir iş olduğunu söylüyorum.

Vadeli satışı ilk başlatan firma bugün yok. Onu takip eden firma da bugün yok. İsimlerinin hepsini biliyorum, söylemenin bir manası yok. Battılar. Fakat onun mirası bugüne geldi. Biz niye pandemide en fazla zarar gören sektördük? Cebimizde beş kuruş parasız kaldık, direnemedik. Bunların getirip bize miras bıraktığı kurallar nedeniyle; ben ve meslektaşlarım, tedarikçilerimize peşin öderken, bankaları, GSM firmalarını ve koca koca holdingleri, 30, 60, 90 gün finanse etmek zorunda kaldık. Ülkenin yanlışı burada. Sonra ne oluyor? Biz A firmasından kazandığımız parayla B firmasının maliyetlerini ödüyoruz, yetişmediği yerde kredilere yüklendik. Bir gün bir kriz çıkıyor, borç var, para yok, turizm sektörü mahvoldu. Ama siz krizlere ve sonunda da dünya çapında bir pandemiye güçlü giremediniz ki! Ticareti turizmin kendi dinamiklerini uygun yapabilseydiniz, krizlere de cebinizde parayla girmiş olsaydınız böyle olmazdı. Ben sadece çok güçlü üç firmayla vadeli çalıştım, onun haricinde herkesle peşin iş yaptım. Peşin vermeyenle çalışmam. Çünkü yurt dışına uçağımı, otelimi peşin ödüyorum, bunun bir manası yok ki.

Dış ticarete geçtim ama turizmi bırakmayacağım”

Yurt dışı pazarı bitti dediniz. İç piyasadaki durum nedir peki?

Şu anda hiçbir şey yapmıyoruz. Ben dış ticarete geçtim. Ama turizmi bırakmayacağım. Sadece ayakta kalabilmek için dünyadaki networkumu kullanarak dış ticarete geçtim. Alım satım yapıp, komisyonculuk yapıyorum. Bunun içinde gıda var, kozmetik var. Sadece Türkiye de değil, ürünü

nereden ucuz bulup göndertebiliyorsam artık. Dünyanın artık ülkesel bazlı değil, kocaman bir devlet olduğuna inanıyorum. O yüzden ülkesel sınırlar beni hiç ilgilendirmiyor. Çok aidiyet duygum yok. İhtiyaç halinde dünyadaki bağlantılarımı devreye sokarak hemen her ülkede bir network oluşturdum. Biraz Asya Pasifikçiyim. Üretim odaklı bir bölge biliyorsunuz. Oradan Avrupa’ya, oradan Amerika’ya, oradan Türkiye’ye, Türkiyeden Avrupa’ya, dünyayı gene bir kepçe ile karıştırıyorum.Sektörde ya çok seviliyorum ya hiç sevilmiyorum”

İş hayatınızda hep böyle B ve C planlarıyla mı aksiyon alırsınız? İş yapma stilinizi konuşalım mı biraz da?

Yola çıkarken cebimde hep bir B ve C planım vardır. Ben çok garanticiyim. Bir de çok kolay adapte olabiliyorum. Hayata hep dolu tarafından bakıyorum. Karamsarlıkların bizi bir yere götürdüğüne inanmıyorum. Hayatta hiç kurban rolü oynamayı seçmedim. Çünkü altı buçuk yaşında yalnız kaldım. Yatılı okuldasınız ve yanınızda aileniz yok! Hayatta tek başınıza mücadele edeceksiniz. Bunu hiç ajite etmiyorum. Önümde iki seçeneğim vardı, ya kurban rolüne bürünecektim. Ya da hayatımın kontrolünü elime alacaktım.

Kurban olmayı seçseydim, birileri hep bana el uzatsın, destek olsun diye bekleyecektim. Bu ise, birilerine ömür boyu muhtaçlık getirecekti. Ben kimseye muhtaç olmayı sevmiyorum. Kimsenin hayatıma müdahale etmesinden hoşlanmıyorum. Kanatlarıma hiçbir zaman zincir ve kelepçe geçirtmedim. Sektörde ya çok seviliyorum ya hiç sevilmiyorum. Bu benim için çok doğru bir nokta. İnsanların kafasında soru işaretleri uyandırmıyorum. Çok netim. Beni ya çok seversiniz ya hiç sevmezsiniz. Kim bana ne sorarsa cevabını çok net alır. Hayatım boyunca hep bu dik duruşu sergiledim. Çünkü kurban olsaydım, hep birilerine muhtaç olacaktım. Hep birilerinin ağzıyla konuşmak zorunda kalacaktım. Bu bir gebelik olurdu. Ben hayatımın kontrolünü elime almayı tercih ettim.

Ya özel hayatında nasıl biri Handan Atamer Engin?

Üzüntülerden çok komik olmayı seviyorum. Çok kısa bir yaşam döngümüz var. Hayatta nefes aldığım süreyi keşmekeş, kaosla yaşamak istemiyorum. Hayatın hep keyifli anlarını yaşamak istiyorum. Keyfi, neşeyi, lüksü çok seviyorum. Öz yaşantımda çok mütevazıyım bu arada Ciddi sorunlarla boğuşmak yerine goygoy tarzını seviyorum çünkü hayat yeterince ciddi ve beni boğuyor.

Gitmediğim ülkeyi, oteli, restoranı satmam”

Biraz önce dış ticarete geçtiğinizi ama turizmden de kopmayacağınızı söylediniz. Bundan sonrası için planlarınız neler?

Evet, kopmayacağım çünkü turizm benim için bir yaşam tarzı. İkisini birden yürüteceğim. Ben zekilikten çok pratik zekalıyım ve hayata hep kolaylaştıran tarafıyla bakarım. İşleri keşmekeşe sokarak değil, çözüm üreterek yapmaya çalışırım. Hep bir şikayet ederler ya, bundan nefret ederim. Çözümü yoksa bana şikayet etmeyin. Ofisteki çalışma arkadaşlarıma da aynı şeyi söylerim, “Yetkiniz var, inisiyatifiniz var.” Yetki ve inisiyatifi veren bir patronum. Patron değilim, çalışanım. Ofiste ayrı bir odam yok. Açık, herkesle birlikte otururum. Aile gibiyiz. 2023’te 30. yılımızı kutlayacağız, en yeni personelim 13 yıllık. Yurt dışında çalıştığım firmalar minimum 15-20 yıllık. Yurt dışında çalıştığım lokal rehberlerim de sürekli değişmiyor. Ben istikrarı çok seviyorum. Sürprizleri sevmiyorum. Ama buna rağmen hep B ve C planım var. Kafama yatmayan hiçbir şeyi satmıyorum. Oturduğum yerden gitmediğim ülkeyi, oteli, restoranı satmam. Bu çok önemli bir kriter. Müşterime her türlü bilgiyi verebilmeliyim. Orada bir güven unsuru var. Bunca yıldır onu tesis ettik, bunu seviyorum.

 Turizm benim için özgür olmak ve hayal kurmak”

Ben bir de sosyalist bir insanım. Sosyal adalete çok inanıyorum. Herkese eşit şartlar olsun istiyorum. Dolayısıyla yaptığım işin, turizmin bana hayal etmeyi sağladığını düşünüyorum. Hayal etmeme sebep bir iş yapıyorum. İnsanların hayallerini gerçekleştirmek konusunda kendimi sorumlu görüyorum. O yüzden özgürlük benim en önem verdiğim kavram. B planım şu, açıkçası şu an rölantideyim. Dış ticaret olarak şimdilik milyon dolarlık kazancın olduğu bir işin içerisinde değilim. Ama benim için güzel rakamlar. Bana yeten kadarıyla bir planlamam var. Kafamda bunu doğru yönetmeyi kurguluyorum. Seyahat acenteciliğini bırakmayacağım. Çünkü turizm dediğim gibi benim için her daim özgür olmak ve hayal kurmak. Bu çok önemli.

Pandemide bir sabah kalktım, “Hayal kurmayı unuttum” dedim. Bu çok kötü bir şeydi, çarçabuk o duygudan sıyrıldım. Kötü enerjiden çok kolay sıyrılabiliyorum. Bu huyumu çok seviyorum. Evet Polyanacılığa devam edeceğim ve kötü enerjiyi hayatıma sokmayacağım. Çok sertim evet, çünkü insanların haddini bilmemesi beni çok endişelendiriyor. Ben haddimi bilenlerdenim. Bilmeyene de bildirmeyi seviyorum.En sevdiği hobisi seyahat etmek. Turizmciler genelde ‘Bizim tatilimiz evdir’ der. Ama benim tatilim gene tatil.” diyen Handan Atamer Engin, salgın sebebiyle seyahat edememenin kendisini ne kadar despresifleştirdiğinden söz ediyor ve bu dönemde nereye olursa gidebileceğinin de sinyalini veriyor. Tüm bir hafta sonu kapanacak kadar film seyretmekten zevk aldığını söyleyen deneyimli turizmci için kayak ve yüzme de asla vazgeçemeyeceği ilgi alanları arasında. Bir çöp adam dahi çizemeyecek resim kabiliyetsizliğine inat, karantina günlerinde keşfettiği boyama yeteneğiyle bütün evini boyadığını ve tasarım yaptığını söyleyen Atamer Engin, kişisel sosyal medya hesabından da mobilya dönüştürme fotoğraflarını paylaştığını dile getiriyor ve ekliyor: Hayallerimden biri, birgün bir atölye-kafe açmak. İçinde atölyesi olacak ama gene ben çalışacağım.”

Turizmde kadın olmanın sizin için ifadesi, karşılığı ne?

Turizm tam kadınların işi. Ben Türkiye’de bile turizmde kadının geri planda olduğuna inanmıyorum. Eğer bire bir şirket sahiplerine bakarsanız, belki evet erkek patronlar daha fazla gibi görünse de, emin olun, o erkek patronların arkasında işi yöneten gene kadınlar. Çünkü turizm dediğim gibi, tam kadınlara göre bir sektör. Şöyle söyleyeyim, erkekler, en fazla iki fonksiyonu olan yaratıklar. Kadınlar, çok fonksiyonlu. Çoklu düşünüyoruz. Kadın anne olur, eş olur, iş kadını olur. Burada bir kadın erkek eşitliği veyahut üstünlüğünden bahsetmiyorum. İkisinin birbirini tamamladığına inanmışımdır hep.

Organizasyona dayalıyız, bir de hizmet sektörüyüz. Bunu söylediğimde meslektaşlarım “Biz hizmetkar mıyız?” diyecek. Tabii ki hayır. Turizmde okuyan çocuklara hep şunu söylüyorum, “Ruhunuzda hizmetçilik yoksa turizme lütfen girmeyin”. Bu bambaşka bir sektör ve sevmeden yapılacak bir iş değil. Türk turizminde kadın olduğu için iş alamayan, kadın olduğu için yükselemeyen diye bir şey duymadım. İstisnaları vardır ama bunu genelleştiremem. Çok büyük haksızlık etmiş olurum. Benim için gözlemeci teyze de turizmin içindedir, housekeeping’teki kadınlarımız da bu sektörün içindedir. Acentecilik yöneticiliğinde de çok kadınımız var. Bir de bizim sektörümüzdeki kadınlar, Türkiye’de hiç öyle başını öne eğmez. Güçlüyüzdür ve bizim sektör Türkiye’de bile kadın ve erkeğin bir arada çok keyifli işler yaptığı bir alanız. Türkiye’deki diğer sektörlere göre biz kadın-erkek birlikte birbirimizi kadın, erkek diye de görmüyoruz. Turizmci meslektaş gözüyle bakıyoruz.

Çok yönlü bir kişiliksiniz. KITES Travel & KITES Event, TÜRSAB TOAR İhtisas Başkanlığı ve DEIK Türk-Tayland, Sri Lanka, Yeni Zelanda, İsveç ve DTIK Asya Pasifik İş Konseyleri Yürütme Kurulu üyeliklerine kadar iş dünyasında pek çok şapkaya sahipsiniz. Özellikle TÜRSAB’la ilgili sormak istiyorum, birlikle ilgili idealleriniz, hayalleriniz var mı?

TÜRSAB’a acente olarak üyeyim. Aynı zamanda bir dönem denetim kurulu üyeliği yapmıştım. Şu anda tüketici şikayetleriyle ilgili TOAR adında bir birimimiz var ki, tüketiciler ile acenteler arasında bir uzlaşma zemini bulmaya çalışıyoruz. Fakat bunu da gene yasa ve yönetmeliklere göre değerlendiren birimin ihtisas başkanıyım. “Handan kendini nasıl tanımlarsın?” diye sorulduğunda adaletli ve vicdanlı biri olduğumu söylerim. Babamın oğlu için bile adaletsizlik ve haksızlığa göz yummadım. Dolayısıyla bu birim benim kişiliğime de çok uygun. Bu işi yaparken acentelerin ciğerlerine kadar iniyorum. Çok hassas bir noktadayız. Bütün acentelerimize eşit mesafede olmalıyız. Adalet duygum ve vicdanımla yasa ve yönetmelikleri de iyi okuyabildiğim için bu birimi özellikle istedim. Başkanımız bu konuda teveccüh gösterdi, güvendi. Allaha çok şükür, kimsenin güvenini de kötüye çıkarttığımı düşünmüyorum. Nitekim çocukluğumdan beri, annemden de ötürü TÜRSAB’ın içinde hep bir şekilde oldum. Dolayısıyla hayalim şu, TÜRSAB’a ilk kadın başkan olmak istiyorum. Yeri ve zamanı geldiğinde tabii. Çünkü bunun bir donanım gerektirdiğine inanıyorum. Kendim için çok az kaldı. Bu görev için kendimde düzeltmek istediğim yönlerim, edinmek istediğim bilgiler var. Zamanı geldiğinde “Ben de varım diye ortaya çıkmak istiyorum.”Çok az kaldı dediniz ama bir tarih var mı aklınızda?

Hiç öyle bir planlamam yok. Çünkü ben her şeyin yeri ve zamanı geldiğinde olduğuna inananlardanım. Zamanla hiç yarışmadım. Günümüzün bir tabiri olarak, “akışa bırakmak” denir ya, ben bırakırım. Zamanı geldiğinde o iş olacaktır.

TÜRSAB’ta kadın hareketini başlatan kişiyim”

TÜRSAB’a gelecek bir kadın başkan birliğe ne katar? Handan Atamer Engin yönetimi ile neler değişir?

Bir kadın başkan olmak çok ekstra bir şey katmaz. Hep söylüyorum ya, başkalarına bir şey kanıtlamak için değil, benim hayalim. Şu anda zaten süregelen sorunlarımız kadın ya da erkek başkanlığı ile ilgili değil. Türkiye’nin genelinde yaşadığımız sorunlar var. Seyahat acenteciliği ile ilgili sorunlarımız büyük. Bunların çözülmesi lazım. Ama bunları ben çözerim, benden öncekiler çözememişti gibi bir iddiam hiç yok. Çözülemeyen bir sorunu çözeceğim diye kurulan bir hayal değil bu.

Bazı mevkilerde kadınların hiç olmadığını görüyorum. Türkiye genelinde STK’larda kadınlar pek yoktur. STK’larda TÜRSAB’ta ilk kadın hareketini başlattığım zaman elimde şu argümanım vardı. Tek bir kadının dahi yönetimde olmadığı zamanlar geçirdik. O zaman dedim ki, “Bu niye olmuyor?” Biriyle bir konuyu tartışmak için o konuya hakim olmak lazım ve sebeplerini bilmek gerekiyor. Türkiye’nin de sorunu bu zaten. Balık hafızalıyız, geçmişten bir örnek almıyoruz. O günkü koşulları ve nedenlerini öğrenmeden günü planlamaya çalışıyoruz.Erkek sahipler patron modeliyle çalışıyor”

Küçük bir inceleme yapıp baktığımda şunu gördüm, sektördeki erkek patron işinin başında, işinin A’dan Z’ye bütün mutfağında değil. Turizm acenteleri için konuşuyorum, erkek sahipler, tam bir patron modelinde çalışıyor. İşin genel konjonktüründen sorumlu, işin tur planlamasından, satışından değil… Bir sistem kuruyor ve başına yöneticiler getiriyor. Dolayısıyla erkek patronların işi, çoğunlukla finansman ve kontrol oluyor. Ona birileri rapor veriyor. Oysa sektörümüzdeki kadın patronlara baktığımızda, ben dahil ve benim etrafımda bildiğim bütün kadın meslektaşlarım, hepsi işin mutfağından itibaren bütün aşamalarında, kurulumdan sahaya kadar aktif çalışıyor.

Kadınlar, kapı kapı oy toplamadığı için yönetimlere alınmıyor”

Erkekler çoğunlukla patron gibi davranırken, geri planda da onun bütün işini koordine eden bir kadın var. Kadın işinde her aşamada bunu yaparken, bir de geliyor, evli ise kocası, çocukları, değilse anne-baba gibi evlat sorumluluklarını yerine getiriyor. Türkiye’deki bütün STK’lara bakabilirsiniz, dolayısıyla seçim dönemlerinde sahaya çıkıp oy istemek için çoğunlukla vakit bulup kapı kapı gezemiyor. Adaylar, yönetimlerine kapı kapı gezmeyenleri almaktan imtina ediyor. Çalışmıyor gibi bir algı var. Halbuki ben TÜRSAB’ta kadın hareketini başlatırken, bunu kimselere anlatamadım. İşin içinde “hadi biz de varız” diyen kendi kadın meslektaşlarıma bile önce bunu anlatamadım. Çünkü dinlemediler ve dinlemek de istemediler.

Sektöre şu mesajı vermek istedim. “Evet, biz multi fonksiyonel kabiliyetimiz nedeniyle sizinle sahada adım adım oy istemek için gezemeyebiliriz. Ama geri planda muhteşem işleri organize edebiliriz. Bu birlikte bir sinerji oluşturmaktır. Bizi yanınızda kapı kapı dolaşıp oy istemek için bir argüman olarak kullanmayın. Ama geri planda bizim çoklu düşünme yeteneğimizle, organizasyon kabiliyetimizle bizden çok verimli kazançlar sağlayabilirsiniz.”

Gene söylüyorum, Türkiye’de turizmde kadın-erkek ayrımı yok. Çok net. Biz masaya kadın-erkek diye değil, meslektaş olarak oturuyoruz. Bu çok güzel ve çok değerli bir şey. Ama bunu yönetimlerde çok kullanamamışız. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi, biraz önce söylediğim, birbirimizin ne iş yaptığı kısmını ne işe yarayacağımız kısmını birbirimize çok iyi anlatamamışız. Bence kadınlarımız da bunun farkında değil. Kadınlarımız da bir sürü sorumlulukla ne olduklarının farkında değiller. Bir yandan itildikleri için sıyrılamıyorlar ve “Biz de varız” diyemiyorlar. Ancak o zaman “Biz de varız” dediler. Ama ben bugünkü ortamdan da memnun değilim. Şundan memnunum, en azından bu bir farkındalık ortaya koyduk. Başkan adayları mecburen de olsa, o listelerine o kadınları koymak zorunda kaldı. Fakat bunu yaparken liyakate baktılar mı, benim sıkıntım burada. Ben illa o listede kadın olsun diye kadınları desteklemiyorum. Liyakate bakıyorum. Kendi özüme döndüğümde gene orada adalet mekanizmam ortaya çıkıyor.

Ben sert ve kuralcı bir başkan olurum”

“Bir gün TÜRSAB’a kadın başkan olursam şunları değiştireceğim” diye bir iddiam yok. Kadınların doğru yerlerde, liyakatle geldikleri zaman kendilerine has bir yapıları var. Ben bir kere sert bir başkan olurum. Biraz önce kendimde değiştirmem ve geliştirmem gereken yönler dedim ya, dan dan konuşuyorum. Kimseye eğilip bükülmüyorum. Ama burada başka siyasetler var ve bu dönem kendimde onu gözlemliyorum. “Ben bu siyasete girebilir miyim, ben bu siyasetin içinde olabilir miyim?” Bu çünkü bir yalan. Ben bir gün TÜRSAB’a ilk kadın başkan olursam kendim olarak olmak istiyorum. Toplum bunu istiyor, böyle davranacaksın, buraya gelmek istiyorsan oyunun kuralı bu gibi klikler ve kriterlerle hareket etmek istemiyorum. Çünkü o zaman Handan olmuyorum. Bu sertliğimle, bu disiplinimle, bu dürüstlüğüm ve doğruluğumla başkan olmak istiyorum. İnsanlar bunu başarabilir miyim diye beni yargılayarak getirecekse getirsin. Bundan öncekileri de yargılamıyorum. Bu ülkenin bir siyaseti.#handanatamerengin #röportaj #kitestravel #kitesevent #iştekadın #turizmdekadın #turizm #türsab #türkiyeseyahatacenteleribirliği #TÜRSABTOARİhtisasBaşkanı #TOAR #DEIKTürkTaylandSriLankaYeniZelandaİsveçDTIKAsyaPasifikİşKonseyleriYürütmeKurulu #iştekadınröportaj #işkadınıröportaj #turizmkariyer #turizmröportaj

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir