Pervin Zeydanlı Yalazan: “Dünyaya bir daha gelseydim yine turizmci olurdum”

Röportaj: Hatice Ünal Bilen

 Fotoğraflar: Hakkı Günerkan

“20 yıldır turizm sektörünün içindeyim. Acısı ve tatlısıyla o kadar dolu dolu yaşadım ki mutfakta olmak ,bazen ön tarafta olmaktan çok daha farklı içeriklere haizdir. Şimdi düşünüyorum da bir daha dünyaya gelsem yine turizmci olurdum.”

“Dünyaya bir daha gelseydim yine turizmci olurdum” diyecek kadar idealist, başarıyı işin mutfağıyla temellendirecek kadar profesyonel bir isim o. 35 yıllık çalışma hayatının son 20 yılını turizm sektörüne adayan İstanbul Kongre Merkezi Genel Müdürü Pervin Zeydanlı Yalazan’ı iş’te kadın bölümümüzde ağırladık.

Pervin Hanım, turizmde yolculuğunuz nasıl başladı? İlk günkü hayalleriniz ve geleceğe dönük ideallerinizle bizimle paylaşır mısınız?

Ben turizm eğitimi almadım. Esasen Marmara Üniversitesi İktisat Bölümü mezunuyum. Hatta YÖK Yasası çıkmasaydı şu anda okulda öğretim görevlisi bile olabilirdim. Benim çocukluk yıllarım Anadolu’da geçti. Babam askerdi. İlkokul birinci sınıfı İzmir’de , diğer dört yılı Mardin’de okudum. 60’lı yıllardan bahsediyorum, mahrumiyet bölgeleriydi ve çok zor yıllardı şüphesiz. Benim ta o zamanlardan bir hayalim vardı. “Bir gün bir meslek sahibi olursam insana dair bir şey yapacağım” derdim. Ana temam insan olmalıydı…

O zamanki aklımla ya hukukçu olmalıydım ya da doktor… Orta ikinci sınıftayken İstanbul’a geldik. Lise eğitimini burada aldım. Hukukçu, doktor değil ama iktisatçı oldum.1979 yılında ülke oldukça karışıktı, okul bombalanmıştı gidemiyorduk, üç ay bir bilgisayar şirketinde staj yaptım…ilk bilgisayarlarla karşılaşmam o zaman oldu… Üniversitenin üçüncü sınıfında da bordrolu çalışma hayatım başladı. Haftanın iki bazen üç günü okula gidiyordum.

Ve o zamanlar şöyle bir hayalim daha vardı, onu da sizinle paylaşmak isterim: “Bir gün ne olursam olayım onu en iyi şekilde yapmaya çalışacağım.” Bu, profesyonel hayatım boyunca en önemli düsturum olmuştur. Zaten çalışma arkadaşlarımdan da hep bunu beklerim. Düşünüyorum da, o kadar sıfırdan ilerleyerek ve kazıyarak bir şeylerin sahibi oldum ki, 26 yaşında bulunduğum şirkette yetkiliydim. 28 yaşında Mali ve İdari İşler Müdürüydüm. Hatta 29 yaşında Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik belgemi bile almıştım.

Belli ki daha en başından yol haritanızı çizmiştiniz. Bir asker çocuğu olduğunuz için özellikle sormak isterim, babanız tarafından engellendiğiniz zamanlar oldu mu hiç?

Olmaz mı? O dönemler başarmak istediğim pek çok şey vardı. Mesela üniversiteyi bitirdiğim zaman “herkes mutlaka bir kere devlette görev yapmalı” demiştim. Ama Doğu kökenli bir ailenin kızıydım. Çok iyi hatırlıyorum, müfettişlik sınavlarına girip, en az beş yıl devlette çalışayım istiyordum. Tabii bunun içinde mutlaka yurt dışı programı da olacaktı. Bir yandan yabancı dilimi de geliştirmek isteğim vardı. Tabii olmadı, babam izin vermedi. “Sen bir evin bir kızısın, gözümüzün önünde olacaksın” dedi.

Ve çok çalıştınız!..

Evet galiba biraz fazla çalıştım. Herkes 23 Nisanlar’da, 19 Mayıslar’da kendine tatil programı yaparken ben hep çalışırdım. Sürekli yetiştirecek işlerim olurdu. Boya imalatı yapan bir sanayi şirketinde 14.5 sene boyunca çalıştım. 12 Eylülü ve 92-94 krizini yaşadım.

Bu arada, 1992 yılında, bir arkadaşım Hong Kong’da iş kuracaktı, onun yanına gittim. Aşağı yukarı bir ay kaldım. İşte o zaman farklı dünyaları tanımak, farklı kültürlerde bir birey olarak var olabilmenin bir telaşı vardı bende.. Evet, çok güzel bir ay geçirdim ama olmadı. O zaman daha iyi anladım ki, ben ne yapacaksam kendi ülkemde yapmalıydım…

 Neydi o aranın sebebi, biraz daha açabilir misiniz?

Bir manada hayatımın bir sonraki akışına hakim olabilme, yönetebilme çabasıydı belki de. Ya da o dönem bir trenddi. Dünya günden güne farklılaşıyordu. 90’lı yıllarla beraber Türkiye de gelişmeye başladı. Para konvertbl oldu. Bir dünya arayışı vardı. Ama benim için düşündüğüm gibi olmadı. Sonrasında ülkeme döndüm ve yine bulunduğum işyerinde çalışma hayatım devam etti. Bulunduğum şirkete sığamıyordum artık.

“Beni azad edin” diyerek 1995 yılında ayrıldım oradan. Çünkü her beş senede bir ayrılmak istediğimi söylüyordum ama onlar kabul etmiyorlardı. Veda ettikten hemen sonra, yaklaşık iki sene halka açık bir şirket olan Uzertaş’da ve daha sonra bir sene boyunca Ramtop’da mali işler müdürlüğü yaptım. Devam eden süreçte yönetim kurulu ile beraber ben de görevden ayrıldım.

Çok iyi anımsıyorum, bana dediler ki, “siz kalın, beraber devam edelim.” Kabul etmedim tabii. Çünkü iş hayatıma kısa bir ara vermek istiyordum. Bu arada o güne kadar çalışma hayatımda hiç öyle bir aralığım olmamıştı. Yurt dışına gidişin dışında iki hafta arka arkaya izin kullandığımı hatırlamam mesela. O dönem hayatımda ilk defa işlerime iki ay ara vermiştim. Farklı ve içime sinen bir ortamda olmak istiyordum. Ta ki bir gazete ilanıyla karşılaşana kadar…

 İlanı hatırlıyor musunuz?

Öncelikle ben işlerimi hep gazete yoluyla buldum. Asla kimseden bir şey istemedim.. İlan, bir turizm işletmesinde genel müdür yardımcılığı pozisyonu üzerine verilmişti. Yine kolumun altına gazete kağıdını koydum ve 1998 yılında Lütfi Kırdar’ın yolunu tuttum. Böylelikle turizm yolculuğum başladı.

Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’na başvuru yaparken turizme mesafeniz, bakış açınız neydi peki?

Aslına bakarsanız aklımda spesifik anlamda bir alan yoktu. Sadece nerede olursam olayım kendi mesleğimi icra edecektim. Belki bu imalat sektöründe farklı, medikal yahut turizm sektöründe farklı olabilirdi ama o da önemli değildi. Neticede işin özü aynı. Alan hesap borçlu veren hesap alacaklı. Sonuçta bir işletmeci gözüyle bakmasını bildiğimi zaten Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gördüm. Ben göreve başladığımda henüz iki yıllık bir şirketti ve orada yaklaşık 14.5 sene çalıştım. Bunun son beş yılı genel müdür pozisyonuyla geçti.

Lütfi Kırdar Kongre Merkezi ve Sergi Sarayı’nın bugünlere gelişinde çok emeğiniz var öyleyse.

Evet bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nın taşında toprağında çok emeğim vardır. İşe başladıktan bir yıl sonra Rumeli binasını inşa ettik mesela. O kadar ki gece yarılarına kadar çalışıyorduk. Hatta yedi ay gibi bir sürede de tamamladık. O dönem hepimize çok şey öğretti. İstanbul’da kongrecilik çok yeniydi, Lütfi Kırdar ise alanında tekti. Evet, bir temeli vardı ama orada görev yapan herkes tuğlaları birlikte örmüştür.

Şimdi düşünüyorum da hiç bitmeyen bir işim vardı. Çünkü devamlı mutfağın arkasındaydım. Yavaş yavaş acentalarla da ilişkilerim başlamıştı. Ben hep işin mali ve idari işler tarafındaydım..

O güne kadar ki finansçı kimliğiniz turizm işletmeciliğiyle boyut atladı mı, şekil değiştirdi mi?

Şu oldu tabii, o güne kadar öğrendiğim her şeyi buraya yansıtabilme imkanı bulmuş, bina inşa etmiş, devlet ve yerel yönetimlerle ilişkilerin ve sözleşmelerin nasıl yapılacağını öğrenmiştim. Ama çok daha farklı güzellikleri vardı. İnsan ilişkileri, her organizasyonla değişen çehreler ve bina yapısı işin en büyük farklılığıydı.

Elbette ki mevzuyu para noktasına getirdiğimizde bina dediğiniz her yerde aynı. Eğer sen satın alan, ödeyen ya da tahsil edensen herkesin gözündeki imajın da finansçı oluyor. Çünkü parayı temsil ediyorsun. Yine de ben öyle olmadım. Gerek tarzım, duruşum gerekse insan ilişkilerimle daima farklı diyaloglar içinde olduğumu düşünüyorum. Hiçbir olaya sığ bakmadım, her zaman satışı anlamayı tercih edip misafirle empati yaptım.

Son 20 yıldır turizmin içinde olduğunuzu söylediniz. Bu sektörde parayı temsil eden ve yöneten taraf olmak nasıl bir PervinZeydanliduygu, biraz daha açabilir misiniz?

Benim sektöre girdiğim yıllar çok keyifliydi tabii. İşletmede para çok güzel kazanılıyordu. Eksiklerimiz yok muydu, vardı elbette ve biz onların üstüne gidiyorduk. Harcayacak paramız da vardı.

Geçen zamanla birlikte İstanbul da gelişti, büyüdü… Yepyeni oteller açıldı, bu yatırımlarla birlikte kongre ve toplantı sektörüne yönelik salon sayıları da artmaya başladı. Türk Hava Yolları ulaşım ağını genişletti. İstanbul’a gelen kongre sayısı arttı. Hep söyleriz, Lütfi Kırdar HABİTAT için, Haliç Kongre Merkezi Dünya Su Forumu için, İstanbul Kongre Merkezi ise Dünya Bankası-IMF organizasyonu için yapılmış binalardır. Allaha şükürler olsun ki, ben ve ekip arkadaşlarım 2009 da diğer kongre merkezlerinde de, bu kongrelerin operasyonunun yürütülmesi görevini üstlenmiştik.

Şimdilerde ise pasta küçülmekle kalmadı, doğal olarak rekabet de arttı. İşletme maliyetleri yükseldi. Ancak bu merkezler için yeni ve büyük kongrelerin gelmesi şart… İşte tam da bu noktada parayı yönetirken zorlandığımız, dolayısıyla da misafirimizi de zorladığımız zamanlar oluyor.

İşin temelinde hep bir bina vardı ama ona ruh katan, yücelten siz çalışanlar, emek verenlerdiniz şüphesiz.

Çok doğru. Bu binalar taş, boş… Bir binayı ne kadar akıllı yaparsanız yapın insan eli değmediği sürece hiçbir manası da olmaz. O kanı, canı, ruhu katan insanlardır, emekçileridir.

Lütfi Kırdar’ın tüm alt yapısal sistemlerinin oturtulması, her türlü kaydın en iyi şekilde tutularak gelecek arkadaşlara referans niteliği taşıyacak şekilde tatbik edilmesi, çalışan kesimin bütün özlük haklarıyla ilgili çalışmaların düzenlenmesi, inşaatların ve renevasyonların hayata geçirilmesi, Rumeli’deki alt salonun bölünebilir hale getirilmesi, bina zeminin sil baştan yenilenmesi, teras alanına dair düzenlenmeler… Keza Adile Sultan Sarayı’nın işletmesinin alınması konusunda verdiğimiz uğraşlar, satılabilirliğinin ve bilinirliğinin artırılması yönündeki çalışmalarımız… Yine Topkapı Sarayı’nın içindeki dış karakolun renove edilerek hayata geçirilmesi faaliyetleri gibi birçok çalışmanın içinde var olduk.

Merkez olarak gidip de yurt dışından bir kongreyi getirmedik. Zaten işimiz de değildi. Bizim asli görevimiz, binayı en iyi şekilde işletmek ve en doğru işlere kanalize etmekti. Bunu da elimizden geldiğince yaptığımızı düşünüyorum.

Turizmde, bundan sonraki kariyer yolculuğunuz ne şekilde devam etti?

Şubat 2013’te Lütfi Kırdar ile yollarımı ayırdım. Her iki tarafın da taze kana ihtiyacı vardı çünkü. Binada sergide karşılaştığım CNR EXPO’nun patronu bana iş teklifi yaptı, ne garip tesadüftür ki ben de ayrılma kararımı henüz yönetim ve iş arkadaşlarımla paylaşmıştım. Açıkçası bir süre dinlenmek niyetindeydim ama her ne kadar çok bana göre olmasa da CNR EXPO’ya genel müdür olarak geçtim. Ama sadece bir yıl kalabildim. Çünkü birbirimizle yeterince örtüşemedik. Kendime sadece şunu söyledim: “bir otur sakinleş.”

O zaman kendimle ilgili neleri atladığımı, neleri kaçırdığımı fark ettim. O zamana kadar kılığa kıyafete yatırım yapan ben, bütün bir altı ay boyunca tek bir blue jean ve tişörtle hayatın geçebileceğini gördüm. Hayatı daha basit yaşamak gerekti, onu fark ettim.

2009 yılında babamı kaybettikten sonra anneme düşkünlüğüm biraz daha arttı. Boş kalan zamanlarımın bir kısmını ona ,eşime ve arkadaşlarıma ayırdım. Şile’de bahçe içinde bir yer aldım, ince ince onu işledim. Evimde dünyadan topladığım fotoğraflar vardı, onları çerçeveletememiştim. Bu bile bir zaman istiyormuş. Anlayacağınız altı ayda hayata bakış açım değişti. Yaşamın hiç de zor olmadığı ve zorlaştırılmaması gerektiği, üstündeki o zırhlardan kurtulmanın insanı ne kadar hafiflettiğini öğrendim. Çok sadeleşmiştim. Bugün de zaten ondan çok farklı değilim.

Tabii bu arada yurt dışına çıkıp yabancı dilimi geliştirmek hevesim hala vardı, hani babamın bir tarihte engel olduğu… Onu gerçekleştirmek istedim. Bu defa da eşim karşı çıktı. Buna rağmen eşim çalışma hayatım boyunca en büyük destekçim olmuştur.. Bu dönem bana çok iyi geldi.

Daha sonra İstanbul Kongre Merkezi’nin işletmecisi olan Rixos Grubu Ailesi’nden Fatih Tamince bey beni aradı. Hala bir yere başlayıp başlamadığımı sordu. “Hadi gelin” dedi ve 24 Eylül 2014’te İstanbul Kongre Merkezi’ndeki görevime başladım. Yaklaşık iki buçuk yıldır da genel müdür olarak görevimi sürdürüyorum.

Kader… Bir vakitler Lütfi Kırdar da, İstanbul Kongre Merkezi’nin işletmesini de alırız diye düşünürken , bugün ben, çok isteyerek ve yürekten inanarak buradayım…Bu süreçte internet yatırımlarımızı yaptık, kurum kimlik çalışmalarımızı bitirdik, güzel işler çıkardık ve karlılığımızı arttırdık.. Buradaki Yönetim anlayışının, aidiyet ve şirket adına yapabileceklerimde beni daha verimli kıldığını görüyorum.

İstanbul Kongre Merkezi için 2017 yılı nasıl geçiyor? Buradan paylaşmak istediğiniz yeni projeleriniz var mı?

Bugün kağıt üzerinde raporlara baktığımda ivme ciddi anlamda yukarıya dönmüş. Tabii sizin elinizde olmayan durumlar da var. Mesela biz verimli bir 2015, 2016 geçirdik. Sektörde 2016 yılında sıkıntılar başlamışken biz ne iş ne de finansman anlamında olumsuzlukları çok fazla hissetmedik. Fakat ülke olağanüstü bir dönemden geçiyor tabii. Biz de onun yansımalarını tüm diğer sektör paydaşları gibi görüyoruz. 2017 ise bütün firmaların, işletmelerin ayakta kalmaya çalışacakları bir yıl olacak.

 Bu yılki etkinlik takviminde neler var? Gelecek yıl için tespit ve öngörüleriniz neler olabilir?

Önümüzde 16 Nisan Referandumu gibi bir milat var. Herkes doğal olarak o tarihe kilitlenmiş durumda. O tarihi aştıktan sonra sektörde biraz daha hareketlenme bekliyorum. 2017 gibi 2018 de çok kolay bir yıl olmayacak. Çünkü biliyorsunuz uluslararası kongrelerin yapılma süreçleri en az iki yıl. İki yıl önceden tarihin ve yerin belirlenenlerin dahi bir şekilde gerçekleşmesi için çaba sarf ediyoruz. Ancak 2019’dan sonra bu manada hareketlenmenin oluşacağını düşünüyorum. Bu yılın en önemli kongrelerinden biri şüphesiz temmuz ayında gerçekleştireceğimiz Dünya Petrol Kongresi olacaktır.

ödül

Pervin Hanım sizi biraz daha yakından tanıtmak isterim. Bize kendinizi nasıl anlatırsınız?

Erkek egemen bir dünyada kadın olarak bir yerlere gelmeniz çok zor. Yani her zaman erkek meslektaşlarınıza göre bir adım geridesiniz. Fakat ben hiçbir şekilde yılmadığımı düşünüyorum. Bugünlere tırnaklarımla kazıyarak, çok şeyin mücadelesini vererek geldim. Çok iyi hatırlıyorum, 24 yaşımdaydım, patronumdan zam istedim. Hakkım olduğunu düşündüğü için bana herkesten daha fazla zam yaptı. Ona aynen şunu söyledim: “siz benden bu 50 TL’yi alın, satış pazarlama müdürüne verin. Çünkü o bunu benden daha fazla hak ediyor.” ne kadar şaşırdığı hala hatırımdadır. Hayatımın her döneminde adil olmaya çalıştım. Çalışanı aşırı önemsediğimi görüyorum. Bu bazen zaafım da olabiliyor.

Ben çalışma hayatım boyunca ekip ruhuna ve gücüne çok inanmışımdır. Bu sektörde o kadar görünmeyen insanlar var ki… Daima satış ekipleriyle çok yakınız ama teknik kadrolar, gece gündüz masalarından kalkmayan muhasebe çalışanları, operasyon ekipleri daha az farkedilir… En kötü ve kritik zamanlarında onlar bu işin içindedirler.. Gerek ücret artışlarını yaparken gerek şirket içindeki sosyal ilişkilerde çalışan memnuniyetini önemserim. Bu manada bazen insanlara fazla yakınlaştığımı düşünüyorum. Çünkü Türk çalışanı masaya yumruğunu vuran yönetici istiyor. Bense hep konuşarak, anlatarak yaklaşıyorum, sakıncasını da görmedim. Çünkü yakın işbirliğinde olduğunuz insanlar samimiyetle samimiyetsizliği anlıyor. Hepimiz aynı ortak amaç için bir aradayız, bana düşen en önemli görev ise üretken ve birleştirici olmak.

Biraz da özel yaşamınızdan bahsedelim. İşten kalan zamanlarınızda neler yapmaktan hoşlanırsınız?

Ben aileme vakit ayırmayı ve gezmeyi çok seviyorum. Şimdi artık işlerden fırsat buldukça kendimize kaçacak yerler arayıp buluyoruz. Seyahat anlamında biraz aşmış durumdayım. Anadolu’yu neredeyse bitirdim diyebilirim. Görmediğim Çorum, Eskişehir, Antakya kalmıştır herhalde. Oralara da gitmeyi çok istiyorum. Hatta bununla ilgili sizinle şöyle bir anekdotu da paylaşmak isterim, Lütfi Kırdar’dan genel müdürlük teklifi gelmeseydi yeminli mali müşavir olacaktım. İki yıldır Yeminli sınavlarına hazırlanıyordum. Hiç unutmam, Veysi Seviğ Hocam bana “Hemşire önce Anadolu’yu bitirmen lazım. Doğu Anadolu’yu, Karadeniz’i gördünüz mü?” demişti. Yıl 2006… Temmuz sonunda Karadeniz’e gittim. Ağustos başında Doğu Anadolu’yu gezdim ve bir anda bende bir ışık yandı. Anadolu’yu ne kadar ihmal ettiğimi gördüm. Ruhumda acayip bir zenginliktir o… Aslında benim çok da yabancı olduğum yerler değildi. Ama o güne kadar ailemin memleketini görmemiştim mesela. O zaman Anadolu’nun benim yaşadığım yıllardan çok daha farklılaştığını görmekten mutlu olmuştum.

Günün birinde Anadolu’nun bir bölgesi için çalışmayı düşünür müsünüz?

Hayatın insanı nereye götüreceği hiç belli olmuyor. Türkiye’nin jeopolitik konumu sebebiyle elbette ki endişelerimiz var. Gelin görün ki orada yaşayan pek çok vatandaşımız da var. Hani niye olmasın? Günün birinde çalışmak için olabilir belki ama devamlı yaşayacağımı düşünmüyorum. Yine de hiçbir konuda peşin hükümlü olmamak gerek. Hep söylerim, benim merkez üssüm İstanbul. Bu şehir benim için her şey. Evim Anadolu yakasında. İşe gidip gelirken hiçbir zaman şikayet etmedim. İstanbul’da her an farklı bir şey keşfedebiliyorsunuz çünkü. Gerçek manada yaşadığınızı anlıyorsunuz. Köprüden geçerken sağınıza solunuza baktığınızda o güzellikleri görüyorsunuz. Elbet bu çirkin yapılaşmaya birisi dur diyecek ama sonuçta İstanbul çok özel bir şehir. Bugüne dek dünyanın pek çok yerini gezdim, dolaştım ama dönüp baktığımda İstanbul’u dünyanın hiçbir yerine değişmem.

Resim yapmak bana iyi geliyor. Hatta bir eğitim almamın zamanının geldiğini düşünüyorum artık. Geç bile kaldım. Bir de çiçek yetiştirmeyi seviyorum. Bütün bunları söylerken benim bariz, net şöyle bir hobim var diyemiyorum. Bundan sonra inşallah olacak…

 35 yıllık bir çalışma hikayesi sizinkisi. Üstelik de soluksuz devam ediyor. Peki merak ediyorum, emeklilik sonrası için planlamalarınız var mı?

Ben çalışma hayatını seviyorum. Bir şekilde mutlaka iş hayatının içinde olmalıyım. Çünkü üretmeyi, birikimlerimi paylaşmayı, problem çözmeyi seviyorum. İşin aslı, Allah akıl, sağlık verdiği sürece profesyonel iş dünyasının içinde olmak istiyorum. Ancak tabii tüm hayatımı kapsayacak şekilde değil!.. Bu tempoyu belki haftada 2-3 güne indirebiliriz. Şimdi bu söylediklerimi genç meslektaşlarım duyunca “eyvah bu kadın buradan hiç gitmeyecek mi?” diyebilirler ama tabii ki de gideceğim.

Her ne yapıyorsak onu en iyi noktasındayken bırakmalıyız. Kafamda onunla ilgili de birtakım planlamalar yaptım. Herhalde İstanbul Kongre Merkezi’nden sonra profesyonel çalışma hayatımı bitiririm diye düşünüyorum.

“Çikolata, kahve ve kitabı buluşturan bir dükkan açmak istiyorum”

Sonrasında da çikolata, kahve ve kitap satan bir dükkanım olsun istiyorum. Butik tarzda, çok büyük olmayacak… Orada kendi yaptığım kekleri, dantel örtüler eşliğinde sevdiklerimle paylaşmak istiyorum.. Çok iddialı değilim ama işin içine girdiğimde küçük de olsa bir farklılık ortaya koyacağımı düşünüyorum. Yeri büyük bir ihtimal Kadıköy veya Şile olur. Yani yine yüreğimin insana değeceği bir mekan…

#PervinZeydanlıYalazan #Dünya #Turizmci #YineTurizmciOlurdum #TurizmSektörü #Truzim #Sektör

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir