Bülent Akarcalı, “Turizm 2020’de ancak toparlanır” dedi, sektörü örgütlenmeye davet etti!

Röportaj: Hatice Ünal Bilen

Fotoğraflar: Ümit Başer Alkaç

1990’lı yılların başında popülaritesi neyse şimdi de o! Yine çok dobra, net ve açıklamaları çarpıcı!

Türkiye koşullarında bir olumsuzluk olmadığı takdirde turizmin en erken 2020’de toparlanacağını belirten ve çıkış yolu olarak turizmde örgütlenmeyi, Hükümet nezdinde bütünleşmiş bir politika oluşturulmasını öneren Eski Kültür ve Turizm Bakanı Bülent Akarcalı’nın Türkiye turizmi ile ilgili detaylı tespit ve çözüm önerilerini bu röportajımızda bulabilirsiniz…

8

Bülent Bey, Bakanlık yaptığınız 1991 de bir kriz yılıydı. Öncelikle şu anki krizi nasıl yorumluyorsunuz?   

1991, Körfez Savaşı nedeni ile en büyük krizin olduğu yıldı. Şu anki ise onun yanında basit kalır.

Turizm meclislerinde ve ilgili toplantılarda hep bir turizmde politika oluşturamamaktan, güçlü bir master plan ortaya koyamamaktan şikayet edilir. Turizmin bir politikası yok mu sizce de?  

Turizmle ilgili kapsamlı ve tutarlı bir politika anlayışı 1978- 1979’larda rahmetli Turizm Bakanı Barlas Küntay ile başladı. Bunu çok az insan bilir. Küntay o politikayı uygulayabilmek ve Dünya Bankası’ndan 25 milyon dolar kredi almak için o zamanın başkanı McNamara’nın peşinden koşmuş, ikna etmek için ciddi paralar harcamış ve o parayla da Antalya’da başlatılan tüm turizm alt yapısı projesinin mimarı olmuştur.

Bunun devamında rahmetli Turgut Özal ikinci önemli isim olmuştur. Özal, Küntay’ın Bakanlık yaptığı dönemde Devlet Planlama Müsteşarıydı. Dolayısıyla Turgut Bey, 12 Eylül’den sonra o projeleri devam ettiren kişi oldu. Başbakan olunca da söz konusu politikaların fiilen gerçekleşmesini sağladı.

Peki neydi onlar? Türkiye’nin hiçbir yerinde olmayan bir alt yapıyı hiç olmazsa önce Antalya bölgesinde oluşturma projesiydi ilki. İşte bu sayede bölgedeki alt yapı sorunu bitmiş. Yani yolu, suyu, kanalizasyonu, elektriği, telefon hatları çekilmiş, etmiş. Bunların üzerine imalat yapılmaya hazır, yani tabağa konulmuş biftekler gibi turizm yatırım alanları ortaya çıktı.

Sadece inşaat edilecek otel yerleri de değil, o otellere gelecek turistlerin alışveriş yapacağı, zamanını geçireceği mekanların oluşturulması da sağlandı. Belek ve Kemer’de olduğu gibi. İlave olarak bu alanların işletilmesi için de oteller arasında işletme birlikleri kuruldu, edildi. Bu bahsettiğim politika da Türkiye’deki turizm üst yapısının hızla gelişmesini sağladı.

 “90’dan sonra hep geçmişin mirası yendi”

Bu arada tabii Türkiye’de yeni havaalanlarının inşaatı, Türk Hava Yolları’nın gelişmesi, vesairesi bu sürecin tam olarak gelişerek devam etmesini sağladı. Dikilen bu fidanlar 1990’lardan itibaren ciddi meyve vermeye başladı. Bu gelişmeler de 2015 yılına kadar devam etti. Ancak bu arada turizmde bu anlattıklarımın dışında 70’lerin sonunda başlayıp, 80-90’larda kesinleşen uygulamalar haricinde sektöre yeni bir çehre, yapı, çeşitlilik getirmek için hiçbir çalışma yapılmadı, hep geçmişin mirası yendi.

Ne oldu? Daha çok otel yapıldı, yeni havaalanları inşa edildi. Fakat turist halen aynı şekilde Türkiye’ye geliyor. Otobüse biniyor, otele gidiyor, yiyor, içiyor. Biraz sağ sola gidiyor o kadar!

İstanbul’u ele alırsak, bir turistin bu güzide şehrimizde arada bir rehber-tur şirketi- seyahat acentesi olmaksızın kendi başına gelip, oteli kendi başına bulduğu, dolandırılmadan temiz bir taksiyle, az çok İngilizce bilen bir şoförle dolaşıp, veya ihtiyacı olan bilgileri bulabileceği bir toplu taşıma sistemiyle gezebileceği, ezilme korkusu yaşamadan,  üzerinde yürüyebileceği bir kaldırım bularak yürüyebileceği, bulduğunda ayağını burkmadan adım atabileceği kaldırımlarda sağa sola bakabileceği bir ortam var mı?

THY’yi dünyanın en iyi şirketleri arasına sokan Türkiye, dünyanın en büyük hava alanını inşa eden Türkiye, dünyada sayısını dahi şaşırdığımız miktarda hava alanı işleten Türk şirketleri var. Ama biz en iyi hava yolu şirketinden gelen, en iyi hava alanında ağırlanan turisti, hava alanının kapısında, fındık kadar bagajında, gaz tüpünden yer kalamamış, sakalı bir karış uzamış, doğru dürüst giyinmemiş, iki kelime İngilizce öğrenmeye gayret sarf etmemiş bir şoföre emanet edip,  ayda bir defa dahi koltukları silinmemiş, en ufak-en çürük arabaların içine sokup adeta korku filmlerindeki sahneleri bizzat yaşatıyoruz. Sultanahmet, Taksim’e gidecek turisti, TEM üzerinden götüreni şikayet edecek merci yok. Hep kitle turizmi. Neden? Çünkü kent kültürü gerektiren belirttiğim ve belirtmediğim daha çok husus eksik.

1

 İlk adımları başarıyla atılan süreç gelişen dönemde iyi yönetilemedi mi demek istiyorsunuz?

Gelişmeler başarılı bir şekilde devam etti ama süreçte bir yenilik olmadı. Yani aynı model arabanın imalatının devam etmesi gibi. Şimdi Türkiye’de 1970’lerde imal edilen Renault ve Tofaşlar vardı. Bunlar 2000’li yıllara kadar aynen devam etti. Yeni teknolojik arabalar ise pazara daha sonra girmeye başladı. Maalesef turizmde teknolojimizi geliştiremedik. Hep aynı şeyler, birbirini taklit eden oteller, etkinlikler… Ne yazık ki ülkemize gelebilecek turistin, gelmeyen turistin hangi sebeplerle gelmediğini araştırıp, ziyaretlerini sağlayacak hiçbir çaba içine girmedik.

 Bunun sizce açıklaması ne olabilir?

Kolaycılık diyorum ben. O da şuradan geliyor, Türk turizmcisi malını satmadı hiçbir zaman. Dışarıdaki tur operatörleri geldiler, satın aldılar. Sen oteli yapıyordun, “ben şu kadar fiyata kiralayacağım” diye kapıda bekleyen birisi vardı hep.  Yurt dışında acente kurmaya, ufak da olsa tur operatörlüğüne soyunanlar oldu, bir iki istisna dışında, kalıcı ve sürekli bir yapı oluşamadı. Dolayısıyla ülkemize Batı’nın tur operatörleri hakim oldular. Bu da bizimkilerin işine geliyordu, hiçbir gayret ve para sarf etmeden otelleri doluyordu.

Ne zamanki kriz Batı’nın el ayak çekmesiyle başladı şaşırıp kaldılar. Turizm sektöründekiler sanayide olduğu gibi ürünlerini dünyanın dört bir tarafına satmak çabasına girmediler. Almanya, Rusya gibi bir iki büyük pazarın esiri olduklarını düşünmediler. Oysa iyi bir iş adamı, varlığını bir iki büyük müşteriye bağlamaz, pazarını-müşteri sayısını arttırmak için uğraşır. Bir banka için yüz tane milyarlık müşteri yerine on bin tane on bin liralık müşteri portföyü çok daha az risklidir. Turizm sektörü bu kuralların dışında yaşadı.

 “Türkiye’deki acentalar geleni ağırlıyor, ortada başka bir şey yok”

Türkiye’nin en büyük acentalarına bakın, başta ETS mesela, gazetelere bakıyorsunuz, dışarıdan Turist getirmek yerine çarşaf çarşaf ilanlarla yurt dışına gidecek turisti pazarlıyor. Yurt dışı ilanları çok olunca gazetelerde ki Seyahat ekleri de, ilan verenlerin talepleri doğrultusunda hep yurt dışına dair bilgiler röportajlar içeriyor. Türkiye’deki acentalar yurt dışından turist getiren acentalar değil, yurt dışına turist gönderenler. Ya da yurt dışındaki acentaların tur operatörlerinin gönderdiklerini burada ağırlayanlar. Geleni ağırlıyor, ortada başka bir şey yok. Setur da dahil olmak üzere Türkiye’ye turist getirmek için dışarıda çaba gösteren, doğru dürüst sermayesi olan kaç tane acenta var? Ya da yurt dışında Türkiye’ye turist getirmek için, Türk sermayeli ne kadar acentamız var? Ben yurt dışında Türkiye kökenli toplam 100 tane acenta olduğunu sanmıyorum? İkisi Fransa’da, beşi Almanya’da, 10 tanesi Rusya da, 3  tanesi İngiltere’de bir acente zincirine sahip şirketimiz var mı? Bir iki tane teşebbüs oldu ama devam etmedi. Türk otel sahipleri, işletmecileri bu konuda hiçbir tedbir almadılar.

600 milyon dolara Antalya’da yapılan tatil köyü ve otel var. Bugünün parasıyla yapılamaya kalksa 700-800 milyon dolar eder. Otel harika ama yüzde 100 dolu mu? Hayır! Oysa muazzam paralar harcandı.   Biz verelim bir araya gelip kendi çıkarlarımız için müşterimizi kendimiz bulalım, ya da bu alanda var olan ciddi acentelere destek getirelim gayreti içinde de değiller. Varsa yoksa Ankara’nın ağzının içine bakıp, ağlayıp aman yardım et, teşvik ver, ucuz uçak sağla… Vesaire…

3

“Bir krizde hemen çöktük, çuvalladık”

İşte ben bu noktada her konuşmamda Türkiye İhracatçılar Meclisi’ni örnek veriyorum. Bakıyorsunuz turizmde bir krizde hemen çöktük, çuvalladık. Ne hükümet ne de sektör olarak kapsamlı bir politika ve uygulama geliştiremedik. Ama ihracatımıza baktığımızda Mısır pazarını kaybettik, İran, Suriye, Irak’ı kaybettik. Bir süre Rus pazarını kaybettik. Avrupa’da ekonomik krizden dolayı Avrupa yavaşladı. Ama ihracat hızını kaybettiyse de bazı aylar hariç hiç gerilemedi. Neden? Çünkü ihracatçı ilk günden beri kendi malını satmak için dünyada gitmedik yer bırakmadı. Malını satmak için karış karış dünyayı dolaştı, kendi pazarlarını yarattı. Daha sonra da bir araya gelip Türkiye İhracatçılar Meclisi’ni kurdu.

Bununla beraber ihracatı geliştirecek kurumların ortaya çıkmasında Bakanlığı teşvik etti. Bakanlık da bu karşılıklı ilişkiyi görünce TURQUALITY yaratıldı, onun arkasından markalar oluşturuldu. KOSGEB’in dışarıya yönelik destekleri çıktı ve bugün kim ne derse desin ihracat krizden en az etkilenen sektörlerin başında geliyor. Türkiye’de şu an turizm sektörü malını satacak bir yapıya sahip değil. Ancak gelip alan olursa malını veriyor.

 “Turizmde ‘tek çatı’ya sahip olmayı maalesef Odalar Birliği önledi”

Bu tespitleriniz için bir çözüm öneriniz de vardır elbette.

Sektörün, İhracatçıları örnek alıp, TOBB’un anlaşılmaz ihtirasına gem vurup, tek çatı altında toplanması lazım.

Bugün 30 bine yakın çeşitte ürün ihraç edebiliyorsak bunu Turizm de olan insanların kardeşleri olan diğer Türk işadamları yapabildiyse, aynı beceriye-azim ve iradeye sahip turizm sektörünü oluşturan iş adamlarımız da yapabilir. Aslında tek çatı altına toplanma girişimi yıllar önce oldu. Başaran Ulusoy Bey öncülüğünü yaptı ama maalesef Odalar Birliği son derece tekelci, son derece şarkiyatçı, son derece şahsi ve keyfi anlayışından ötürü yasanın çıkmasını önledi.

Odalar Birliği Başkanlığı kendi süresini üçüncü defa uzatmak için Anayasa Mahkemesi’ne dahi tesir etti ama turizm sektörünün yapılaşması için “Hayır efendim ayrı bir şey olmasın, benim bünyemde olsun” şeklinde bir yanlışa yöneldi. Yanlıştan dönmek erdemdir. TOBB bu erdemi gösterecek basirettedir. Tenkit ayrı, yiğidin hakkını yiğide vermek ayrı bir şeydir. Yerli otomobil imalatına talip olan TOBB’un turizme çok ciddi katkıda bulunma potansiyeli vardır. Bu potansiyeli harekete geçirtmek gerekir.

Bugün turizm sektörünün bir sorunu da, hemen hemen bütün Bakanlıkların, Belediyelerin, Odalar’ın turizm sektörü dışında ki herkesin, bu sektörün sırtına kene gibi yapışmış olmalarıdır. Oteller müşterileri için önemli bir alış yapıyorlar değil mi? Efendim bu tüccar alımı mıymış, bunun için ayrıca ticaret odalarına para ödenmesi gerekiyormuş, var mı böyle bir mantık? Yani bir maldan 10 kilo alırsanız bir şey yok, 100 kilo alırsanız Ticaret Odasına bir ücret ödeyeceksiniz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir mantık yok. Bu mantık tekelci, başkasını sömürmek anlayışlı.

Otel olarak belediyelere her ay yüklü çöp ve çevre parası ödüyorsunuz, vergilerinizi veriyorsunuz, Çevre Bakanlığı kalkıp işsiz çevre mühendislerine iş kapısı açmak için, 10 odalı otel dahil, yılda on binlerce lira yük getiren çevre mühendisi veya şirketini tutma mecburiyetini getiriyor. Turizm Bakanlığına danışmak nezaketinde dahi bulunmuyor. Türkiye ne zamandır Bakanlıklar bazında federal ülke oldur. Her Bakanlık ayrı telden çalıyor, ortaya da cümbüş değil, ses gürültüsü çıkıyor. Kaldı ki, bunlar çevrelerine çok dikkat eden tesisler,  sen söylemesen de senden daha iyi bakıyorlar. Sen bunu nasıl mecbur kılarsın? Aldığın vergi karşılığında sen zaten hizmet vermek zorundasın. İş yeri sağlığı konusu da aynı haraç alma mantığıyla yürütülüyor. Hem işveren hem işçi zaten külliyetli miktarda SGK pirimi ödüyor. İlgili Bakanlık kalkıyor, “İş yeri sağlığı uzmanı tutacaksın diyor!”

Peki ödenen SGK primleri ne işe yarıyor, sen Bakanlık olarak hizmet vermeyeceksen? Vergi ne için verilir? Karşılığında hizmet almak için hem vergi alacaksın hem de bir sürü harç… Maliyenin, belediyelerin avuç içi kadar arazilerin kiralanması karşılığında aldıkları para miktarları utanç verecek boyuttadır. Neymiş efendim, adamlar para kazanıyormuş! Tabii kazanacaklar, kazansınlar ki vergi versinler, yeni yatırımlar yapsınlar, yeni istihdam yaratsınlar. Ama eski, köhne devletçi anlayış bürokrasiye öyle yerleşmiş ki, anlatmakla bitmez.

2

“Ankara’nın turizmde bütünleşmiş bir politikası yok”

Bunlara ilave olarak Ankara’da Bakanlıkların bir arada bir Hükümet olarak turizm konusunda bir bütünleşmiş politikası yok. Yani herkes Kültür ve Turizm Bakanlığı dışında turizmden bir şey kapma ya da turizme bir yükümlülük getirme peşinde.

Tarım Gıda ayrı bir şey getiriyor, Sağlık ayrı bir şey getiriyor, İçişleri ayrı bir şey getiriyor. İçişleri tamam teröre karşı mücadele edecek ama “Gelen yolcunun adını bir saat geç verirsen şu kadar cezası olur” demek niye? Gelen sakıncalı ise zaten otele gelmez!

Turizm bir sürü sektörün, başta kamu (devlet ve belediyeler) sırtına sülük gibi yapışıp kan yetine parasını emilen bir sektöre dönüştü. Ben Ankara’dan bir tek yetkilinin Taksim’deki otelleri gezdiğini sanmıyorum. Gittiğim zaman üzüldüm. Resmen otel kapısına zincir asılmış, kapatılmış.  Bol bol konuşuyoruz… Halbuki uygulamaya gidildiği takdirde bu kriz kesinlikle aşılır. Şimdi hiç kimse oturduğu yerden senin malını satın almaz. Sen malının tanıtımını yapacaksın. Sürekli hatırlatacaksın. Karşı tarafın senin malını tanıması da yetmez. Hatırlaması gerekir.

“İslam ülkelerini Türkiye’ye getirmek için bir programımız yok”

Baktığımızda çok geniş ve yalnız Araplardan oluşmayan, Türklere sıcak ve yakın bir İslam dünyası var. Bu İslam dünyasının Türkiye’ye yönelik çok ciddi bir ilgisi var, Türkiye’ye geldikleri zaman kendilerini hem yabancı hissetmiyorlar. Endonezya, Malezya, Pakistan, Hindistan, Afganistan, İran ve bütün Türki Cumhuriyetlerden ve Balkanlar’dan oluşan bir dünya. Magreb ülkelerini katmıyorum, onlar Fransa’ya gidiyorlar.

Peki bizim bu ülkelere yönelik onları ülkemize getirmek için özel bir programımız var mı, o da yok. Ben her defasında bunları söylüyorum, sektörden bir Allahın kulu da “Bülent Bey’in bu söyledikleri önemli, bir araya gelelim, bunları rapor yapıp Bakanlıkla görüşelim” dediği yok. Ben kendime pay çıkarmak için söylemiyorum. Benim gibi bu sektöre katkıda bulunabilecek çok sayıda insan var. Hindistan’da 200 milyon müslüman yaşadığını ve bunun en az 20 milyonunun önemli gelir sahibi olduğunu ve diğer ülkelerdeki benzer durumlarla birlikte İran’dan Endonezya’ya kadar yılda 20-25 bin dolar düzeyinde 100 milyonluk bir müslüman kütle olduğunu görüp neden buralara yönelmiyoruz?

 “Uzağa gittikçe alınan vergiler azalsın”

THY’yi ele alalım, şu anda uçak biletlerinin üçte biri vergi. Ben diyorum ki, devlet THY’yi korumak için uçak biletindeki vergiyi mesafe arttıkça azaltsın. Yani Yunanistan’a gitmek için ödediğiniz 200 dolardaki vergi çok önemli olmayabilir ama Jakarta’ya giderken 250-300 dolara çıkan vergi payı azaltılmalı. Uçak başına para verme yerine uzağa gittikçe alınan vergiler azaltılması çok daha teşvik edicidir.

6

 “Rusya’dan üç milyon turist geleceğine İran’dan bir milyon gelsin yeter”

İran bizim için en öncelikli pazar olmalıdır. Bir İranlı turist, bir Rus turistin harcadığının en az 3 mislini harcamaktadır. Nedeni ise basittir; İran’da yaşayamadığı Batı tarzı tatili burada yaşayabilmektedir. Bu tatilinde tadını çıkarmak için parasını kendi keyfine için bol bol harcar. Oysa Rus turistin böyle bir kaygısı ya da ihtiyacı yoktur. O en az masrafla tatil yapmaya gelir.

Genel olarak söyleyeyim, Arap ülkeleri dahil, Doğu’dan gelen turist Avrupalı turistin en az üç mislini bırakıyor. Rusya’dan üç milyon turist geleceğine İran’dan bir milyon gelsin yeter. 500 bin gelsin de yeter. İranlı turistin ilginç bir yönü vardır. Gelirken en ucuz bilete bakıyor. Ama geldiği zamanda 10 bin dolar harcayabiliyor. Bugün İran’la siyasi sıkıntılar varsa da hepsi rahat aşılır. Ben kendi başıma aşabileceğimi gördüm. Bir de şu var,  İran’a kalkıp “Bana turist gönder” dersek bu oranın çıkarına uygun olmaz, yalnız benim çıkarıma olur. Ama biz de “İran’a senede 200-300 bin turist getireceğiz” dersem bu olur. ETS İran ile pazarlık yapabilir. Avrupa’ya turist gönderiyoruz. Avrupa’ya giden turist için harcadığımız paraya yazık.

 “Turizm sektörü örgütlense Ankara’ya talep etmez, talimat verir”

Turizmciler için hep ağlıyor gibi bir izlenim söz konusu. Siz katılıyor musunuz bu düşünceye?  

Daha da ağlayacaklar. Hatta 2020’ye kadar ağlarlar. Çünkü sektörde irade yok. Devlette kendileri lehine bir irade görmeleri için kendilerinin önce ortaya bir irade koymaları lazım. Devlete gidip ağlıyorlar, o kadar. Koskoca sektör 500-600 milyon dolara otel yapıyor, Bir başkasını 250 milyon dolara satın alıp, üstüne bir o kadar para harcıyor. Sonra bu sektör devlete gidiyor, “Battım ben ne yapayım?” diyor! Bunun bir inandırıcılığı olur mu?

Peki ihracatçı niye ağlamıyor? Onlar kendi söküğünü dikiyor da turizmci niye dikmiyor? Çünkü ihracatçı örgütlendi. Turizm sektörü örgütlenmiyor. Sektör örgütlense Ankara’ya talep etmez, talimat verir. Eskiden beri “Turizm Bakanlığı ricacı değil, icraatçı olsun.” Hayır efendim, sektör icraatçı olsun! Fransa’nın, Almanya’nın, Amerika’nın Turizm Bakanlıkları mı var? Gastronomiyi Fransa’da Bakanlık mı düzenliyor? Nerede bizim şirketlerimiz? Yani şimdi Doğuş Grubu yiyecek içecek sektörüne girdi, Doğuş Grubu’nda da bir sürü otomobil markası da var. Michelin gibi bir araba lastiği üreticisi dünya çapında gastronomi denetimleri, derecelendirmeleri yapıyor. Doğuş neden yapamasın? Nerede bizim firmalarımız? Hala milyar TL ye para demeyen firmalar, kişiler “Ankara şunu yapsın Ankara bunu yapsın” derdindeler. Ankara da bıktı, ne yapsın?

 Bu koşullarda turizmin gidişatını, yarınını nasıl görüyorsunuz? Son olarak değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyim?

Bir olumsuzluk olmadığı takdirde en erken 2020’de turizmde bir toparlanma bekliyorum.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir