Bahar Karaca ile düşlerin yeşerttiği turizm yolculuğu

“İşe başladığım ilk gün, ayakta kaç saat kaldım hatırlamıyorum, tuvalette dakikalarca ağladığımı bilirim. O gün belki zorlu geçti ama çok kısa bir zamanda anladım ki ‘Mentorum’ dediğim Vera Manoukian’ın da söylediği gibi ben bu iş yaratılmışım ve otelciliği daha çok seveceğim…”

Otelcilikle ilk defa bir dizi karakterine duyduğu hayranlıkla tanıştı aslında. Çocukken hep ‘Hotel’ dizisindeki ‘Christine’ olmayı hayal etmişti. Onun gibi içten, samimi, sıcacık gülümseyen ve sevgi dolu bir otel müdürü olmaktı düşlediği… Belki çocukçaydı, orada kalmalıydı ama birgün yolu hoş bir tesadüfle yine turizmle buluştu… Boston’da finans eğitimi aldıktan sonra bir dönem internet sektöründe satış alanında çalışan Bahar Karaca şimdilerde Regent Wall Street Hotel ile başlayıp, W Otelleri ile devam eden turizm yolculuğunu The House Hotel Bosphorus Genel Müdürlüğü ile taçlandırıyor. Bu ilgi çekici yolculuğu genç ve başarılı otel yöneticisi Bahar Karaca ile yaptığımız samimi söyleşimiz ile sayfalarımıza taşıdık.

Bahar Hanım, otelcilikle ilk nasıl tanıştınız?

Ben üniversiteyi Boston’daki Babson College’da finans üzerine okudum. Okuldan mezun olduktan sonra birçok arkadaşım gibi çalışmak için New York’a taşındım. Kariyerimin ilk birkaç yılı otelcilikten tamamen uzakta, internet sektöründe geçti. O zamanlar hedefim kendi şirketimi kurmaktı. Çünkü finansın yanında girişimcilik eğitimi de almıştım. İlerleyen zamanlarda ya aile işim olan tekstil ile devam edecek ya da dediğim gibi kendi işimi kuracaktım. O dönem New York’da internet sektörüne yönelik çok sayıda küçük şirket kuruluyordu. Amacım, küçük bir işletmede işe başlayıp, sektörü öğrenmekti. Neredeyse dört buçuk yılım bu şekilde geçti. Başından kendime bir hedef koymuştum ve emin adımlarla da yürüyordum. Fakat aradığım şey tam olarak o değildi sanki. Hala bir arayış içerisinde gibiydim. Tam da o dönemde hoş bir tesadüfle turizm sektörüyle tanıştım. Otelciliğe adım atacağım Regent Wall Street Hotel’in genel müdürü ile kısa bir sohbetim oldu. O sohbetin sonunda ise sonradan aynı zamanda benim mentorum olacak kişi bana “Senin mutlaka otelci olman lazım çünkü sen bu iş için yaratılmışsın” dedi.

Bu sözünü hangi düşünce ve öngörüleriyle destekledi, biraz daha açabilir misiniz?Sizde turizmci olmak adına ne tür bir ışık görmüş olmalı?

O konuşmada tamamen yapımla alakalı şeyler söyledi. Hizmet ve servis sektöründe olmanın bence en önemli faktörü, insanları mutlu etmeyi sevip sevmediğiniz. Bence bu kadar net. Bu olgular içinizde var mı yok mu, asıl önemli olan bu. Çünkü hizmet-servis sektörü bu demek.Güldüğünüzde gerçekten gözünüzün içi gülüyor mu, samimi misiniz, insanlarla doğru iletişim kurabiliyor musunuz?Kulakları çınlasın, sanırım o kişi de bunu bende hissedebildiği için iyi bir turizmci olacağımı söylemişti.

Peki bundan siz nasıl bir sonuç çıkardınız?

Ben şoktaydım tabii. Çünkü o ana kadar otelciliği hiç düşünmedim. O yüzden benim için enteresan olmuştur ve hayatta önünüze çıkan tesadüfler de aslında çok önemlidir. O sohbet esnasında okumaktan büyük keyif aldığım ‘Hotel’ adlı kitaptan da bahsettiğimi hatırlıyorum. 1980’li yıllarda Amerika’da dizisi çekilen Arthur Hailey’nin yazdığı bir kitaptı ve konusu San Fransisco’da çok lüks bir otelde geçiyordu. Ben o dizideki otel müdürünü canlandıran Christine karakterine hayrandım.

Christine nasıl bir karakterdi? Bir otel müdürü olarak en çok neyine hayranlık duymuştunuz?

Harika bir karakterdi. Gülünce gözlerinin içi gülerdi adeta. Ekibin de çok sevdiği bir insandı. İletişimi çok sıcak ve samimiydi. Misafirleri de ona bayılırdı. Çocukluğumda “Ben de büyüyünce Christine olacağım” diye hayaller kurduğumu anımsıyorum. Ve biz o sohbet esnasında bu kitaptan ve bana hissettirdiklerinden bahsettik ve ben kendimi bir anda otelciliğin içinde buldum. Benim için gözü kara bir karardı, sonuçta işinizi gücünüzü bırakıp bilmediğiniz bir sektöre adım atıyorsunuz. Sonuç itibariyle 2003 yılında Regent Wall Street Hotel’in ön bürosu ve misafir ilişkileri departmanında işe başlamış oldum.

Regent Wall Street Hotel’deki görevinize gelmeden önce merak ettiğim, hayranlık duyduğunuz Christine karakterini iş yaşamınızda kendinize rol model olarak aldınız mı?

O sonuçta benim çocukken çok etkilendiğim hayali bir karakterdi. Ama şu da bir gerçek ki, iyi bir turizmciyi yansıtan bir karakterdi. Çünkü sıcaktı, samimiydi, pozitifti, güçlü ve etkili bir iletişimi vardı. Bazı insanlar vardır, kendisinden müthiş bir elektrik alırsınız. Christine’in de öyle bir görüntüsü vardı ki bence turizm sektöründe de bunlar önemli argumanlar.

h52

Anti parantezle, siz nasıl bir yöneticisiniz?Kendinizi anlatmak biraz zor gelebilir ama bir otel genel müdürü olarak bize kendinizi kısaca nasıl anlatırsınız?

Benim kendime ilke olarak edindiğim iki temel nokta var, bunlardan bir tanesi adil olmak. Ben adil bir yönetici olmaya çalışıyorum. İkincisi de şeffaf olmak. Şeffaflık hem yönettiğiniz ekip hem de misafirleriniz tarafından çok kolay hissediliyor. Ekibimle aramda çok kuvvetli bir bağ var. Çünkü aramızdaki ilişki saygı ve sevgiye dayalı. Bence zaten iyi bir iş ilişkisinin temeli de bu. Tabii ki daha yolun çok başındayım, öğrenecek çok şeyim var. Ben iyi bir yönetici olmaktan çok, iyi bir lider olmayı amaçladım hep ve şimdi de onu öğrenmeye çalışıyorum.

Tekrar Regent Wall Street Hotel’e geri dönecek olursak, otelde ilk iş gününüz nasıl geçti, o güne dair neler hatırlıyorsunuz?

İşe başladığım ilk gün, ayakta kaç saat kaldım hatırlamıyorum, tuvalette dakikalarca ağladığımı bilirim. İnsan doğası gereği koşullara bir şekilde uyum sağlayabiliyor, ben de adaptasyon konusunda başarılı olduğumu düşünüyorum. İlk gün çok zorlu geçti ama çok kısa bir zamanda anladım ki mentorumun da dediğim gibi ben bu iş yaratılmışım ve otelciliği daha çok seveceğim…

Turizmin en çok nesini sevdiniz? Bu meslek insanda nasıl bir yaradılış gerektiriyor?

Herhalde turizmin en çok dinamizmini sevdim. Otelcilik, bir günü diğeriyle aynı bir iş asla değil. Her günü çok farklı, tanıştığınız insanlar apayrı… Ben kendimi hiçbirtecrübeydi. Çünkü W İstanbul, Avrupa’nın ilk W Oteli. W ruhunu Avrupa’ya, İstanbul’a adapte etmek çok zordu. Fakat orası çok özel bir mekan. Akaretler Sıraevler inanılmaz güzellikte bir mimari yapı ve geçmişe sahip. O yüzden orada olmaktan büyük mutluluk duydum.

İstanbul’daki profesyonel ilk tecrübeniz W İstanbul olmuş. Yurt dışı tecrübelerinizle bunu nasıl kıyaslarsınız?

New York’takinden çok farklıydı tabii ki. Bence gittiğiniz her yerin kendine has zorluk ve kolaylıkları var. Bu anlamda mukayese etmeyi çok doğru bulmuyorum. Sonuçta İstanbul doğduğum ve büyüdüğüm bir şehir, vatanım. O yüzden çok kolay benimsedim ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. 2008 Nisan’ında çok güzel bir açılış yaptık. W İstanbul’da yaklaşık 3 yıl çalıştım. Satış ve Pazarlama Direktör Yardımcılığı’ndan sonra aynı işletmede PR& Pazarlama Direktörü olarak görevime devam ettim. O sürede çok şey öğrendim. İlk önce Türkiye’deki profesyonel çalışma hayatına dair önemli kazanımlarım oldu. İkinci olarak, özellikle W gibi farklı bir tecrübe satıyorsanız onu tornadan çıkmış gibi Amerika’dan başka bir ülkeye getirip koyamıyorsunuz. Bir şekilde değiştirmeniz, adapte etmeniz gerekiyor.

The House Otelleri ile nasıl tanıştınız?

Zaten binayı çok iyi biliyordum. Çünkü mülk sahibi sevgili Rıfat Edin arkadaşım. Çok enteresandır, 2002 yılında New York’tan İstanbul’a geldiğim tatilim sırasında Rıfat Edin bu binayı bana gezdirmişti. O zamanlar Saray Mimarı olarak bilinen Simon Balyan’ın kendisi için yaptığı bir evdi. İnanın sorsanız, gelip buraya otel açacaksın diye, asla inanmazdım. Çünkü o zamanlar aklımda ne otelcilik vardı ne de İstanbul’da yaşamak… Sonrasında House Cafe ve Otelleri’nin ortağı, benim çok sevdiğim Canan Özdemir’le bir sohbet esnasında bir araya geldik. Konuşurken Ortaköy’de House Cafe’nin üstündeki binayı House Otel’in 3. oteli olarak açmayı düşündüklerini paylaştı ve bize katılır mısın diye sordu. Ben de bu teklif karşısında ilk olarak akıl hocam dediğim mentorum Vera Manoukian’a bir e-mail attım. “23 odalı bir butik otel var, onun genel müdürlüğünü teklif ediyorlar, yapabilir miyim, sen ne diyorsun?” diye sordum. Böyle anlarda iç sesinizin ne söylediği de çok önemli. Benim iç sesim bana “Hiç düşünme ve yürü git” dedi. Aynı şeyi Vera da söyledi. “Yapabileceğini biliyorsun, arkana bakma ve kollarını sıva, çok çalışacağını bil.” Ben de zaten çalışmayı çok seviyorum ve böylece 2011 yılında The House Hotel Bosphorus’un Genel Müdürü olarak işe başladım.

House Otel markası Ortaköy’e ve İstanbul turizmine sizce nasıl bir değer katıyor?

Belki biz İstanbul’da yaşadığımız için bazen bunu unutabiliyoruz, pencereden baktığınızda Ortaköy Cami, Boğaz ve bir köprü manzarası ile karşı karşıya geliyorsunuz. Bunlar İstanbul’un en ikonik değerleri, simgeleri. Dolayısıyla böyle bir konumda bulunmak çok özel. Hele ki Simon Kalfa gibi tarihi özelliği olan bir yapı üzerisindesiniz, paha biçilmez… İş olarak nereye giderim, ne yaparım bilmiyorum ama kişisel hedeflerim arasında şu var, bildiklerimi öğretmek istiyorum. Belki bunu söylemek için çok erken, daha gideceğim çok yol var, yemem gereken ekmek var. Ama bir şekilde ilerleyen zamanlarda bildiklerimi genç arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum, bu benim için çok önemli.

Bundan sonrası için kendinize ne gibi hedefler koydunuz?

İnanın şu anda çok net planlar içinde değilim. House Otel markasını çok seviyorum. Markaya çok inanıyorum. Bizim iddiamız, hitap ettiğimiz misafir kitlemiz. Bu profil seyahat etmeyi çok seviyor, özel tecrübelerden hoşlanıyor ve yeme – içmeye, tasarıma ayrı bir önem veriyor. House Oteller de direkt olarak bu misafir profiline hitap ediyor zaten. Bu markaya hizmet etmekten son derece mutluluk duyuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir