İTP Direktörü Şengül Altan Arslan: “İstanbul turizminin iki temel sorunu, sıkışmışlık ve aşırılık”

Röportaj: Hatice Ünal Bilen Fotoğraflar: Enes Karadayı

İstanbul Turizm Platformu Direktörü Şengül Altan Arslan ile kariyer yolculuğunu, İTP’nin pandemi sonrası projelerini ve İstanbul turizmine dair hayallerini konuştuk.


İstanbul Turizm Platformu Direktörü. 35 yıllık devlet memuru. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Psikoloji Bölümü ve Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü kamu yönetimi yüksek lisansının da sahibi. Devlet memurluğuna Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile başlayan, 1992 yılından 2011’e kadar Başbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü ile devam ettiren Şengül Altan Arslan, aynı kurumda Sosyal İşler Daire Başkanlığı ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı da yaptı. Bakanlık Müşavirliğinden sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Genel Sekreter Yardımcılığı görevine atanan Arslan, 2022 yılından bu yana İstanbul Turizm Platformu (İTP) göreviyle turizm sektöründen gelen talepleri platform aklıyla birleştirip uygulanabilir bir proje haline getiriyor.

Şengül Altan Arslan’ın İstanbul turizmiyle ilgili tespitleriyse oldukça çarpıcı! Sosyal Psikoloji diplomalı bir direktör olarak insan psikolojisi temelli tespitlerde bulunan Arslan, İstanbul turizminde en temel sorunların sıkışmışlık ve sıkışmışlığın neden olduğu aşırılığa dikkat çekiyor. Çözüm önerisi olarak ise, genişlemeyi tavsiye ediyor.

İstanbul Turizm Platformu Direktörü Şengül Altan Arslan ile kariyer yolculuğunu, İTP’nin pandemi sonrası projelerini ve İstanbul turizmine dair hayallerini konuştuk.

Şengül Hanım, sizi tanıyabilir miyiz? İstanbul Turizm Platformu Direktörlüğüne nasıl bir eğitimden sonra geldiniz?

Ben doğma büyüme Ankaralıyım. Bu görevden önce de aslında Ankara’dan hiç çıkmadım. Beş kardeşiz biz. Memur bir babanın kızıyım. Turizmin pek uğramadığı bir kentte büyüdüm. Aslına bakarsanız, aldığım eğitim de sektörle çok alakalı değil. Hatta biraz disiplinler arası  bir eğitim aldım diyebilirim. Kimya Meslek Lisesi’nde okuduktan sonra Hacettepe Üniversitesi’nde psikoloji eğitimi aldım. Aynı üniversitede sosyal psikolojide uzmanlığımı aldım. Kamu Yönetimi yüksek lisansımı da, amacı kamuya yönetici yetiştirmek olan Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nden aldım.

Hacettepe’den sonraki ilk görev yerim, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu. Orada beş yıl kadar engelli çocuklarla çalıştım. Arkasından kadın hakları konusunda çalışan  Başbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğüne geçtim. 1992’den 2011’e kadar bilfiil kadın konusunda çalıştım. Devamında doktora programımı Gazi Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler ve Tanıtım üzerine yaptım. 2011 yılında kamuda yeniden yapılanma çalışmaları çerçevesinde başbakanlığa bağlı tüm genel müdürlükleri Bakanlık çatısı altında topladılar. Bu nedenle Başbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğünde Dış İlişkiler Daire Başkanlığı yaparken Bakanlık Müşaviri oldum. Bazı bakanlarımıza danışmanlık verdim. O çerçevede çocuk konusuyla da ilgilendim. Engelli, çocuk ve kadın başlıca ilgi alanlarımdı.

İstanbul Turizm Platformu Direktörlüğünden önceki görevim, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Genel Sekreter Yardımcılığıydı. İBB’ye bu alanların hepsini içerecek bir görevlendirmeyle geldim. 2019 seçimiyle birlikte Sayın Başkanımız Ekrem İmamoğlu’nun oluşturduğu kadroda yer aldım. İBB büyük bir yapı. Bu yüzden kültür-sanat ve turizm gibi uzmanlığım olmayan alanlar da bana bağlandı. Dolayısıyla turizmle yollarım 2019 yılında kesişmiş oldu. Geçtiğimiz yılın haziran ayında genel sekreter yardımcılığından ayrıldım. Üç ay geçtikten sonra başkanımız İstanbul Turizm Platformu Direktörlüğü görevini önerdi.

Turizmin dışından gelmek bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı oldu?

Elbette ki avantajları da var, dezavantajları da. Bir avantaj olarak, herkese eşit mesafedesiniz. Sektörün sorunlarını bir dış göz olarak görüyorsunuz. Mevzuatta dağınıklık olduğunu görüyorsunuz. Belediye açısından baktığımda düşünün ki bir turizm sektörü var ve bu sektörünün altyapısı tamamen belediyenin elinden geçiyor. Ne var ki, belediyenin turizmin geleceğinin belirlendiği masalarda yer almadığını görüyoruz. Tüm bunlar sektörün dile getirdiği sorunlardan çok da farklı olmayabilir. Fakat bir dış göz olarak belki kendi içlerindeki sıkıntıları da görme şansım oldu. Siz eğer bu ilişkilerin, bu network ağının içinde olursanız ister istemez yanlı bir bakış açınız olabilir. Bense sektörün dışında olduğumdan biraz daha dışarıdan bakma şansına sahibim.

Sektöre bir dış göz olarak baktığınızda neler gördünüz?

Sektörde inanılmaz bir gayret var. Herkes gönülünü vererek çalışıyor. Değirmene su taşımak için elinden geleni yapıyor. Ancak herkesin içinde olduğu, kendini ifade ettiğini düşündüğü bir mekanizma yok. Daha net bir ifade ile kapsayıcılıktan bahsetmek zor. İlişkiler açısından baktığımda, sektörde büyük de bir çekişme olduğunu görüyorum. Bununla birlikte bunun ortak amaçlarda birleştirilebildiğinde nasıl güzel işler çıktığını da görebiliyorum.

İstanbul Turizm Platformu olarak da amacımız bu çekişmelerin dışında kalmak ve sektörün tüm bileşenlerini aynı masaya oturtmak. Sektör kimi zaman projelerle kimi zaman da taleplerle geliyor. Biz mümkün olduğu kadar projeyi kesebilecek sektördeki her kesimi davet etmeye ve birlikte değerlendirmeye çalışıyoruz. Sektördeki o büyük ekiple kol kola yürümek isteyenlerin önünü açıyoruz. Mümkün olduğu kadar birikimlerinden yararlanmaya çalışıyoruz. O yüzden de bu platformu çok değerli buluyorum, önemsiyorum.

İstanbul Turizm Platformu’nun kuruluşu ne şekilde gerçekleşti? Oluşumun İstanbul’a ve turizme bakışını nasıl anlatırsınız?  

Sayın Başkanımız Ekrem İmamoğlu, son derece geniş bir vizyona sahip. Kendisi gelişmenin kültür, sanat ve turizm gibi alanlarda gerçekleşeceğinin farkındalığıyla çok önemli tedbirler almış, vaadlerinde bu konulara önemli oranda yer vermiştir. Göreve gelmesinden sadece 4 ay sonra kasım ayında bu platformu hayata geçirirken, İBB ile sektörün ilişkilerini kurmayı gözetmiştir. Tabii önümüzde pandemi gibi bir şanssızlığımız da vardı. O dönemde 24 ayrı komisyona sahip olan platformumuz bir araya gelemeyip, bir şeyler üretemeyince motivasyon kaybı oldu biraz. Şu an o motivasyonu tekrar kazanmak üzere neler yapabiliriz, ona bakıyoruz.

Örneğin İstanbul Rehberler Odası ile birlikte rotalara ilişkin çalışmalar yapıyoruz. Adalar’da bir rota oluşturmaya çalışıyoruz. Oradaki en temel sorunlardan bir tanesi, turistlerin denizle orman arasına sıkışmaları. Oradaki turisti Adalar’a yaymak gerekiyor. İstanbul Rehberler Odası bize böyle bir teklifle geldiğinde bu taleplerini makul bulduk. Turizm Müdürlüğü, Park ve Bahçeler Daire Başkanlığı, Ulaşım Daire Başkanlığı, Kültür Varlıkları ve Adalar Belediyesi ile birlikte rotalar üzerinde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Tarihi Yarımada Ulaşım Planını; TÜROB, TÜRSAB, Fatih Belediyesi, İBB’nin Ulaşım, Altyapı, Kültür Daire Başkanlıkları ile birlikte yürütüyoruz.

Turizmciler ne sıklıkla kapınızı çalıyor? Proje yoğunluğu nedir?

2019 yılından pandemiye kadar çok kapı çalmalar olmuş. Ancak salgınla birlikte onlar da bir durağanlığa girdi. O iki yıllık süreçte bir motivasyon düşüklüğü olduğunu kabul ediyorum. Ama şimdi yavaş yavaş proje akışı başladı. Örneğin bahsettiğim Tarihi Yarımada’nın ulaşım planının yeniden düzenlenmesi konusunda bir proje sundular. O bölgede biliyorsunuz, turist otobüsleri nedeniyle çok ciddi trafik yoğunluğu oluyor. Yeni düzenlemeyle içeriye giren araçların düzen içerisinde çıkabilmeleri için yeni bir trafik akışı yapmaya çalışıyoruz. Proje işleme alındı, yakın dönemde  hayata geçecek projelerimizden bir tanesi.

Bunların dışında gastronomi konusunda yürüttüğümüz birtakım çalışmalar var. Gastronomi camiasından da talepler geliyor. İçinde mutfak atölyelerinin, eğitim alanlarının, temalı kütüphanelerin yer aldığı, gastronomik çeşitliliği sergileyen bir gastronomi merkezi hayalleri var. Onlara bazı mekan önerilerimiz oldu ama ağırlıklı kent merkezinde istiyorlar. Her ne kadar merkezi yerlerde çok yerimiz olmasa da işlevlendirebileceğimiz yerler olabilir mi, onlarla birlikte değerlendiriyoruz.

Bütün bunların içinde en önemli kısmı, hikaye yaratmak tabii. Nereye bir kez daha gitmek istersiniz? Ben hikayesi olan, deneyim yaşatan yere gitmek isterim. Örneğin Sirkeci, göz ardı edilmiş semtlerden bir tanesi, genelde arada kalmış. Eski gar binası var ve kültür merkezi olabilecek bir potansiyele sahip. Bir Tarihi Yarımada, Eminönü, Balat değil belki ama Sirkeci’den de harika bir hikaye yaratılabilir. İlerleyen zamanlarda Sirkeci Kültür Günleri düzenleyebilir miyiz, onu değerlendiriyoruz. Balat’a da ayrı bir önem veriyoruz. Aynı şekilde Yedikule, Kadıköy ve Moda’ya dokunuşlarımız oluyor. Dolayısıyla bana göre her birinin ayrı ayrı hikayelerini yaratmak önemli.

Hikaye yaratmak, İstanbul’un markalaşma sürecini ne oranda hızlandırır dersiniz?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2017 yılında Turizm Müdürlüğünü kurduğunda o kadar düşük bütçeye sahipmiş ki, bu gelirle ancak personel maaşı ve birkaç fuar masrafını karşılayabiliyormuş. Biz göreve geldiğimizde ilk etapta bütçeyi beş kata çıkardık. O kadar düşüktü ki o bile anlamsız kaldı. Geçtiğimiz yıl bir atılım daha yaparak, İBB bütçesi içerisinde iyi bir oran elde edildi. Tabii geçmişe kıyasla. Başkanımızın turizm, kültür ve sanata ilişkin geniş vizyonu bu gelişmenin önünün açılmasında önemli bir dayanak oluşturuyor. Zira hiçbir alanın siyasi irade arkasında durmadığı sürece gelişmesi kolay değildir. Elbette yerel yönetimlerin birtakım kısıtlılıkları var, bu alan her şeyden önce merkezi yönetimin işi olarak görülüyor. Bu bakışın değişmesi lazım. Sadece kendi açımızdan da söylemiyorum. Nitekim biz kendi yetki alanlarımızdaki işleri genişleterek turizme katkı sunmaya devam ediyoruz.

Örneğin kültür, sanat kısmında yeni etkinlikler, festivaller yapıyoruz. Sektörden gelen taleplerle proje bazlı toplanıyoruz mesela. Projenin içinde sektörün önde gelen isimlerinden tutun da işin aktörlerine kadar pek çok liyakat sahibi insan var. Bütün çabamız, festivallere kazandıracağımız yepyeni boyutlarla pazarlama gücümüzü artırmak ve İstanbul markasına bir katkı sağlamak.

Bu konuların dışında ekoturizme yönelik de çalışmalar içindeyiz. Şile’de deprem öncesinde örnek bir çalışma başlatmıştık. Depremle birlikte paydaşlarımızın önceliklerinin değişmesi nedeniyle kesintiye uğradı ancak tekrar hızlandıracağız. Birçok alanda belediyelerin desteği önemli. ‘Bu işi belediyeler yapsın’ anlamında değil, sadece belediye işin yapılabilirliğini göstersin istiyoruz. Biliyorsunuz, Türkiye’de başarılı işler çok çabuk takip edilir, taklit edilir. Dolayısıyla platformun asıl görevi, idarenin işlerine karışmak değil, sektör taleplerini platform aklıyla birleştirip uygulanabilir bir proje haline getirmektir.

Turizm sektörü, ortak akıl işletmek konusunda ne kadar hevesli, biraz önce sektördeki çatışmalardan bahsetmiştiniz. 

Bugüne kadar çok büyük çatışmalara şahit olmadım. Dolayısıyla sektörün ortak akıl oluşturmak konusunda çok büyük engellerinin olduğunu düşünmüyorum. Aksine ortak akıl işletme konusunda talepkarlar. Ayrıca sektöre çok emek vermiş insanlar var. Onlar toplam  faydayı daha fazla önceliyor. Sektör bileşenleri, aşılması imkansız bir durum değilse mutlaka bir masa etrafında toplanıyor.

Platform, global rekabeti nasıl algılıyor? Bu rekabette İstanbul’un marka değerini nasıl ortaya koyuyor?

Biliyorsunuz çok genç TGA-Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansımız var. Üstelik çok da iyi bütçesi var. Ancak Merkezi yönetim burayı o kadar tekelleştirmiş ki, TGA’nın yapısına baktığımız zaman yerel yönetimleri görebiliyor musunuz? TGA, tabii ki İstanbul için kurulmuş bir ajans değil, tüm Türkiye’yi kapsıyor. Ama şunu söylemek istiyorum, İstanbul’un veya herhangi bir yerin tanıtımı için bir çalışma yapılacaksa, orada yerel yönetimlerin de varlık göstermesi gerekiyor. Yerel yönetimlerin dışlandığı bir alanda biz ancak yasayla verilen tüm görevleri esnek yorumlayarak alanlarımızı genişletmeye çalışıyoruz.

Herkes memuriyet kafasının “mevzuatta yoksa olmaz” şeklinde işlediğini düşünür. Biz İBB olarak mevzuat kesin surette yasaklamıyorsa dediğim gibi onu mümkün olduğu kadar büyütmeye çalışıyoruz. İstanbul için kültür- sanat alanlarında yaptığımız etkinliklere, festivallere bir bakın. CRR-Cemal Reşit Rey etkinliklerine bakın, Kültür A.Ş.’nin etkinliklerine bakın. Vizyoner yöneticilerle mevzuatın engellemeyeceği alanlarda şehre değer katmaya çalışıyoruz. Uluslararası takvimlere girerek kentin varlığını gösteriyoruz. Yine aynı şekilde spor alanlarında önemli etkinlikler düzenliyoruz ve bunu da uluslararası fikstürlere girerek yapıyoruz. Ama bizim asıl sorunumuz, Tarihi Yarımada’ya sıkıştırılan turizmimiz. İstanbul’da maalesef turizm Tarihi Yarımada’ya sıkışmış durumda. Tarihi Yarımada’nın önemini akılda tutarak bu sıkışıklığı aşmak için tüm birimlerimizle çalışıyoruz.

Adalar ve Tarihi Yarımada özelinde turizmde sıkışmışlığa vurgu yaptınız. Bunu biraz daha açabilir misiniz? İstanbul’da turizmi sıkıştıran sebepler neler sizce?  

Elbette ki Tarihi Yarımada turizmin kalbi, bu yadsınamaz bir gerçek. Ama turizmin de bölgeye sıkıştırılması İstanbul’a büyük bir haksızlık! Şehrin her yanı hazine değerindeyken, turizmin sadece bu bölge içerisine sıkıştırılmaması gerektiğini söylediğimde benim gibi düşünen pek çok sektör temsilcisiyle karşılaştım. Kaldı ki özel sektör de yavaş yavaş dışına çıkmaya başlıyor. Bakın Haliç kıyılarına, Tersane İstanbul yapılıyor. İstanbul Modern Karaköy’e taşındı. Galataport hayata geçirildi. Tarihi Yarımada’yı evet çok önemsiyoruz. Yayalaştırmadan tutun da meydanlara, restorasyona kadar çok önemli yatırımlar yapıyoruz. Fakat şu da bir gerçek ki, turizmin şehrin geneline yayılması şart. İstanbul, çok zengin bir kültürel mirasa sahip. Bizler bu değerlere sahip çıkıyor, yoğun restorasyon faaliyetlerimizle kıymetli eserleri kente kazandırmaya çalışıyoruz.

Bunun yanı sıra yepyeni girişimlerle de Tarihi Yarımada’nın dışına doğru taşıyoruz. Yedikule’yi, Balat’ı ve surları yapıyoruz. Feshane’yi yeni bir anlayışla hayata geçiriyoruz, Kabataş tarafında projeler gerçekleştiriyoruz. Anadolu Yakası’ndaki kültürel hazineleri ve mezarlıkları düzenleyerek o bölgeye yönelik algıyı yükseltiyoruz. Kadıköy ve Maltepe’de yeni etkinlik alanları hayata geçiriyoruz. O zaman ne oluyor? Tarihi Yarımada’da bir gün geçiren, alışveriş yaptığında İstanbul’da yapacak başka bir iş bulamayan turistler için alternatifler oluşturuluyor. Tüm bu çalışmalar son kertede İstanbul’daki kalış sürelerini uzatmaya katkı sunuyor. Tam da bu nedenle spor etkinliklerimizi Anadolu Yakası’nda yapıyoruz. Geçtiğimiz yıl Deniz Festivali yaptık. Bu etkinliklerin boyutlarını gittikçe büyüteceğiz. Denize kıyısı olan her semtimizde bir etkinlik düzenleyeceğiz. Yakın zamana kadar gözardı edilen Anadolu Yakası’na ağırlık vermeyi istiyoruz.

Bu sıkışmışlık sorunu diğer dünya kentleri için de geçerli mi? Roma, Paris, Londra mesela? 

Ben o kentlerde gastronomi, kültürel varlıklar, mimari ve eğlencenin geniş bir alanda ele alındığı için bizdeki sıkışmışlığı oralarda göremedim. Bunun çözümüyse, kentte deneyim girişimlerini artırmak. Bu tarafıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın İstanbul’a getirdiği Michelin Rehberi’ni çok anlamlı buluyorum. Gastronomi odaklı seyahat eden bir kitle var ve gelir seviyeleri de oldukça yüksek. Yakın bir zamanda Michelin yıldızlı restoranların kalış sürecini uzatacağı yönünde bir projeksiyon okumuştum. Aynı şekilde etkinlikler de öyle. Diyelim ki İstanbul’da bir festival düzenledik. Şehre turist olarak değil, herhangi bir etkinlik için gelenlerin kalmasını sağlayabilecek bir anlayış bu. Kalış süresiyle birlikte harcamalarını artırmak da önemli. Gastronomi turizmi kadar kongre turizmi de yüksek harcama eğilimi gösteren bir alan. İstanbul’un kongreler konusunda çok iyi bir geçmişi var. İBB olarak bütün prestijli kongrelere destek veriyoruz. Mümkün olduğu kadar her kongreye dokunmaya çalışıyoruz.

İstanbul turizmine dair başka gözlemleriniz de var mı? 

Bazen aşırılık sorunumuz oluyor. Örneğin Adalar’da inanılmaz bir aşırılık var. Bu da kapasiteyi aşan bir durum ortaya koyuyor. Adalar genelinde “Macera Turizmi” adı altında yürüyüş ve bisiklet alanlarını artırmaya çalışıyoruz. Özellikle Heybeliada ve Büyükada için bisiklet ve gezi rotaları işaretleniyor. Tabii bu konuda sektöre de çok iş düşüyor. Büyükada ile ilgili zaman zaman şikayetler alıyoruz. Ada’da çok sayıda butik açıldığını ve bu butiklerin de çakma ürünlerle dolu olduğunu duyuyoruz. Alışveriş yapanların Büyükada’ya gitmesine gerek yok! Bu konuyla ilgili de halihazırda çalışmalarımız sürüyor. İstanbul genelinde de sıkışmışlığın neden olduğu bir aşırılık söz konusu. Sorun şu ki, İstanbul, pazarlanacak ürünler açısından çok zengin olmasına rağmen, sadece belli alanlarla tanınıyor. Bu sebeple de yeni alanlar açıyoruz. Her birini cazibe merkezi haline getirdiğimizde belki aşırı yoğunluk da olmayacak. Örneğin herkesi Tarihi Yarımada’da, Adalar’da görmeyeceksiniz. Turizmi kent geneline yayıp, genişletmiş olacağız.

İstanbul neyi doğru yaptığında marka değerini de yükseltmiş olacak?

Ben yine “deneyim” diyorum. Şahsi olarak İstanbul’un turizm başarısının sayılara indirgenmesini doğru bulmuyorum. 30 milyon turist sayısına ulaşmak tek başına başarı olamaz. Nitelik de önemli. Hafızada ve damakta iz bırakabilmek asıl önemlisi. Bu yüzden de nitelik artırmaya yönelik çalışmalara yoğunlaşmak gerekiyor. Nitelik arttıkça harcama eğilimi de yükseldiğinden gelir de artacaktır zaten. Ancak bu demek değil ki, nicelik önemsiz.

Bakın, biz İstanbul’un önemini nerede kavradık biliyor musunuz? Antalya, ziyaret eden turist açısından her zaman ilk sırada gelirdi. Birleşmiş Milletler Turizm Örgütü’nün Ocak 2023 rakamlarına göre (pandeminin devam ettiği 2021 yılı verilerine dayanan), İstanbul gelen turist sayısında 4. sıraya çıktı. Pandemide Antalya’yı geçti. Bu şehrin kendisi bir cazibe noktası. Biz bir şey yapmasak da İstanbul kendi kendini satabilen bir destinasyon. Şehre yüklenen bir anlam var ve tek başına o bile 4. sıraya yükselmesini sağladı.

Dünyada görülmeye değer yerler listesi yapılsa, İstanbul kesinlikle ilk 10’a girer. Ama bizim hedefimiz, şehri daha yukarılara taşımak. İstanbul’u yukarıya taşımanın en doğru yolu olarak da deneyimi görüyorum. Bende iz bırakan yerleri düşünüyorum. Mesela Barselona bende inanılmaz tatlar bıraktı. İskandinav ülkelerine gidiyorsunuz, olağanüstü doğal bir güzellik. Ne var ki bir İtalya’dan aldığınız haz kadar değil. Niye? Çünkü tarih de orada, kültür de orada, doğa, gastronomi, mimari de orada. İstanbul, tam da böyle bir şehir ve de taşı toprağı deneyim yaşamaya uygun. Bize sadece hazırlıkları yapmak, uygun kanallarla bunu servis etmek kalıyor.

Üstelik bunu bir Ankaralı olarak söylüyorsunuz. İstanbul’un anlamını cümlelere dökmenizi istesem, neler söylersiniz? 

Ben İstanbul’u benimsemeyecek bir kişi bile olduğunu düşünmüyorum. Nasıl ki yurt dışında Türkiye dendiğinde herkes “İstanbul” diyorsa, Türkiye’de de herkes “İstanbul” der ve hemen herkesin bu şehirde yaşama, zaman geçirme hayali vardır. İstanbul’u deneyimleme, koklama hayali vardır. Dediğiniz gibi, ben de bir Ankaralı olarak İstanbul’u fazlasıyla benimsemiş biriyim. Sadece şu anki görevim sebebiyle de değil! Geçmiş zamanlarda İstanbul’u ara ara ziyaret ederdim ama en çok da bayramlarda gelmeyi severdim. Çünkü daha boş olurdu ve daha rahat gezme fırsatı bulurdum. Bir de uluslararası toplantılar sonrası özellikle de hafta sonları şehri mutlaka deneyimlerdim.

En zamansız anımda bile vapurla karşıya geçip dönen bir insanım ben. Çok kısıtlı zamanlardı tabii. Fakat bu göreve geldikten sonra Yeditepe’nin yedi tepesindeki eserleri de görme fırsatım oldu. Bir dönem yoksullukla ilgili çalıştığım için de İstanbul’un genel bir fotoğrafını alma şansı elde ettim. Dolayısıyla İstanbul çok özel bir şehir ve markalaşması için de daha yapılacak çok iş var.

Cümle aralarında sıklıkla sıkışmışlık ve aşırılığa vurgu yaptınız. Sanki İstanbul turizmine dair temel sorunları insan psikolojisi üzerinden tahlil eder gibi. Uzmanı olduğunuz sosyal psikolojinin şu anki iş yapış şeklinize ve bakış açınıza katkısını sorsam? 

Psikoloji, sınırları olan bir bilim. Bireye odaklanıyor ve bireyde değişim sağlanırsa sorunların ortadan kalkacağını düşünüyor. Genellikle bağlamı gözardı etmek eğilimindedir. İstanbul turizminde de aynı şeyi gözlemliyorum. Burada herkes kendi alanına odaklanıyor. Bir örnekle, otelciler sadece kendi alanına odaklanıyor. Sanki otelle ilgili sorunlar çözülürse turizmde tüm sorunlar çözülecekmiş gibi düşündükleri hissine kapılıyorum bazen. Keza acentelerde de benzer bir eğilim söz konusu. Halbuki bu bir ekosistem. Hepsi birbirini etkiliyor, birbirinden besleniyor. Bu yüzden de sektör bileşenlerinin sorunları bir bütün olarak ele alması ve birlikte çözüm yolları üretmesi gerekiyor.

Tabii burada önemli bir görev de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na düşüyor. Üzülerek söylüyorum ki, oluşturdukları yapılara yerel yönetimi katmayan, sektör temsilinde adil olmayan bir yönetim anlayışında bu gayreti göremiyorum. O yüzden de sektörün bu anlayışı kendi içinde inşa etmesini son derece önemli buluyorum.

Şu anda konaklama vergileri var ve merkezi bütçeye aktarılıyor. Ben bu konaklama vergilerinin yerele dönmesi gerektiğini düşünüyorum, sadece ben de değil. Ama belki şu yapılabilir. Türkiye’de her ilin aslında bir turizm potansiyeli var. Belki bu konaklama vergisinin bir kısmı potansiyelini geliştirebilecek illere ayrılabilir. Ancak temelde bu gelirin turizm alanına ve elde edilen bölgeye dönmesi şart! Sonuçta burada hizmeti veren biziz. İstanbul’a gelen 17 milyon turistin ulaşımını ve tüm altyapılarını hizmetlerini bizler sağlıyoruz. Otellere, seyahat acentelerine hizmet veriyoruz. Dolayısıyla daha nitelikli bir hizmet için bu gelirin  kentlere geri dönmesi gerekiyor. Dediğim gibi, bu ekosistemi bakanlık yapmıyorsa, sektör bu bilinçle hareket etmeli, toplam  faydaya odaklanmalı, bir tarafın gelişmediğinde diğer tarafın da gelişemeyeceğinin bilincinde olmalı. Ekosistemin parçası olduğunu da asla unutmamalı. Biz kısmen bu çabaya katkı sağlamaya çalışıyoruz.

İstanbul Turizm Platformu Direktörü Şengül Altan Arslan, profesyonel hayatta kendini sistemli, çalışkan, dakik ve tutkulu biri olarak tanımlıyor. Herkesi kucaklamakta bir sakınca görmezken, söz konusu işin performans değeri olduğunda gerilim noktasına taşımaktan geri durmadığını dile getiren Arslan, duygusallık ve ilkesellik çizgisinde tavizsiz bir kimlik ortaya koyuyor. İyi bir gözlemci olduğunu belirten Arslan, sadece sözlere değil, vücut diline de çok dikkat ettiğini söylüyor ve “Kişinin benim dışımda da diğer insanlara nasıl davrandığına bakarım.” diyor. Sosyal ilişkilerinde ağır ama sağlam yakınlaşmalar kurduğunu belirten Arslan, “İnsanları tanıdıkça puan veren bir insanım. Gençken sıfırdan başlardım ama deneyimlerim hayatın hızlı yaşandığı günümüzde bu kadar zamanın olmadığını gösterdi. O sebeple 50 puanla başlıyorum. Zamanla ve yaşanmışlıklarla beraber o puan nazarımda artıyor ya da eksiliyor.” diye de ekliyor.

Turizmde kadın olmak üzerine neler söyleyebilirsiniz?

Kadınların yaşadığı genel zorluklardan ayırmak zor. Patriarkal bir yapıdayız. Bu yapı size zaten bir sürü rol biçiyor ve o rollere uygun hareket etmenizi bekliyor. Bunun örneklerine iş hayatında da rastlamak mümkün. Dikkat ederseniz kadınlara yöneticilik yerine daha uzmanlık gerektiren işler öneriliyor. Buna gerekçe olarak da aile hayatı ve kadına özgülenen kalıp yargılar (duygusal, kararsız, yönlendirilen vb) gösteriliyor. Oysa kadınlar, uzmanlık gerektiren alanlarda da aile hayatını etkileyen çok uzun saatler çalışıyor. Eski dönemlerden bahsediyorum, at sırtında köylere gidemeyeceği bahanesiyle kadından kaymakam olamayacağı iddia edilirken, gencecik kızlar, köylere ebe olarak gönderiliyor ve  at sırtında tanımadığı insanlarla birlikte gece yarıları doğuma taşınıyordu. Hiç değilse kaymakamın koruması var öyle değil mi?

Başta da belirttiğim gibi, ben 1992’den 2011’e kadar kadın meselesiyle ilgili çalıştım. Buna rağmen zaman zaman kendimde de cinsiyetçi unsurlar yakalayabiliyorum. Elbette kolay bir iş değil cinsiyet nötr tutum geliştirmek. Bir de şu var, teoriyle pratiğin çok uyuşmadığı yaklaşımlar da gözlemliyorum. Gizli ya da örtük cinsiyetçilik yaygın. Baktığınızda herkes kendisini modernlik çerçevesi içerisinde cinsiyetçi söylemlerden uzak tutmaya çalışıyor ama esprilerin, fıkraların arkasına sığınıyor veya bir kadro verileceği zaman tercihini erkekten yana kullanarak aslında gizli ya da örtük cinsiyetçilik yapmaya devam ediyor. Ne yazık ki iş ve siyasi hayatta erkeklerin resmi olmayan network ağları var ve orada rahat ediyorlar. Dolayısıyla kadın yönetici belki de o informal network ağının içerisinde çok düşünülmediği için biraz daha zorlanıyor olabilirler. Ancak bunu aşmak zorundayız. Zira kadınlar artık daha talepkar.

Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz? Geleceğe dönük hayalleriniz neler?

Bildiğiniz gibi, kalıpları olan, gittikçe azalsa bile kolektif yaşamı benimseyen bir ülkeyiz. Fazlasıyla birbirimizle ilgileniyor, özel alanı daraltıyoruz. Son zamanlarda siyah -beyaz alanların arttığını da görüyorum. Gri alanlarımız çok az. Bu aslına bakarsanız, hem siyasi ortam kaynaklı hem de bizlere dayatılan bir yaşama biçimi. Dünyamızda farklılıklara toleransımız azalıyor, başka hayatlar olabileceğini bu ortamda belki çok görmüyoruz. Ben gri alanların arttığı bir yaşam hayal ediyorum. Bu noktada tabii ki hem siyasi duruşun hem de yönetim duruşunun önemi var.

Kendimizden paye biçelim, İBB olarak verdiğimiz hizmetlerdeki en ufak değişikliklerin bile topluma yansımasına şahit oluyoruz. Bu toplumda bazı şeylere öyle alıştırılmışız ki, dışarıya çıktığımızda aslında sıradan olması gereken birçok şeye şaşırıyoruz. Gelecekte herkesi kucaklayan bir hayat arzu ediyorum. Bu alanları genişletebilecek işler yapabilirsek ne mutlu bize! Kişisel manada bu enerjiye sahip olduğumu düşünüyorum. O alanlara hizmet etmeyi de çok arzu ediyorum. Doyum sağlayacak işlerde olmak çok kıymetli. Bu yönüyle İBB benim için böyle bir alan oldu. Kağıt üzerinde planını yaptığım her şeyi uygulama fırsatı bulabildim. Bu çok büyük bir ayrıcalık. Yerel yönetimlerde çalışmak bu açıdan çok tatmin edici oldu benim için. Aynı şekilde turizm alanını da böyle görüyorum. Aynı şekilde bundan önce yaptığım sosyal hizmet ve yardım alanını da böyle görüyordum. Ne iş yaparsan yap, gri alanları açabiliyorsan topluma da bir katkı sağlamış oluyorsun. Dolayısıyla böylesi fark ortaya koyabileceğim işler beni hem mutlu ediyor hem de keyiflendiriyor.

#şengülaltanarslan #istanbulturizmplatformu #itp #ibb #istanbulbüyükşehirbelediyesi #ekremimamoğlu #istanbul #turizm #turizmdekadın #iştekadın #röportaj #istanbul #yaşam #tarih #kültür #sanat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir