Hadi Tonaroğlu: Gastronomi beceriksizliğimiz

Empati yeteneği, bir turizm yöneticisinin olmazsa olmaz algı yeteneğidir. Turizm yönetimi, ekonomisi, pazarlaması ve hizmeti hep bu algı üzerine kurulur da bu iddiamı mevcut yöneticilerimizin yüzde kaçı kabul eder, orasını bilemem… Ama inanın turizmde her şey bu algı ile başlar. Nasıl mı? Yazayım…

Mesela gelen turist hangi ülkeden ise, o ülkeden Türkiye nasıl görünüyor, bilmek gerekir. O ülkenin vatandaşı hangi kriter ve beklentiler üzerine Türkiye’yi seçip geldi veya niye Antalya değil de Marmaris’e geldi? Bu gelen turist yani misafirimiz yaşlı mı genç mi? Çünkü yaşlı ile gencin tatil beklentileri farklıdır. Bakın uzatmadan küçük iki anımı paylaşayım.

Marmaris’te Altın Orfe Otel’in genel müdürüyüm. Sene 1986. Benim otel dolu. Yarım pansiyon satıyoruz. Tesiste kapalı devre müzik sistemi var. Özellikle akşam yemeklerinde buradan müzik yayını yapıyoruz ve ben de acemi bir yöneticiyim. Oldum olası Flamenko müziği çok severim. Tabii dönem itibarı ile Richard Clayderman, Fausto Papetti ve Paul Mauriat gibi enstrümantal müzikleri de son derece dinlendirici bulurum. Ve haliyle akşam yemeklerinde genelde bu müzikleri kullanırdım.

“İbrahim Tatlıses’ten Mavi Mavi lütfen”

Benim Almancam yok. Bir gün orta yaşlı bir Alman misafirim, rehberi ile yanıma geldi. Ve rehberin tercümanlığında aynen şunları söyledi: “Değerli müdür. Ben Almanım. Sizin müzik zevkinize hayranım. Ancak ben Flamenko müziğe bayılıyor olsaydım inanın İspanya’ya veya Güney Amerika’ya gidebilirdim. Üstelik Richard Clayderman bir Alman müzisyen. Ben zaten onu evimde hep dinliyorum. Oysa ben önce Türkiye’yi, sonra da sizin otelinizi tercih ettim. Dolayısı ile özellikle yemeklerde Türk müziği dinlemek isterim.”

Adam haklıydı, yerin dibine girdim ve hemen durumu telafi yönüne gittim. Yine rehber vasıtası ile misafire “Haklısınız. Özür dilerim. İstediğiniz bir melodi var mı bu akşam yemeğinde çalalım?” diye sordum. Anında cevap verdi: “Tabii ki var. İbrahim Tatlıses’ten Mavi Mavi lütfen”.

Önce şoka girdim. Çünkü arabesk bir şarkı… İbrahim Tatlıses… Marmaris’te yepyeni bir otel… Havuz başı… Akşam yemeği… Ve Mavi Mavi… Bana göre inanılmaz.

İşte empati denen olgunun önemini ilk orada fark ettim. Bu misafirimizin gözünden baktığımızda adam haklı. Biz bile birçok defa dinlediğimiz romantik Batı müziklerinin sözlerini biliyor muyuz ? Yo. Peki o sözlerin içeriği romantik mi? Bilmem. Belki bir köy havası olamaz mı? Bal gibi olur. Sonra ne mi oldu? Mavi Mavi’yi çalmadım. Ama Nilüfer, Sezen Aksu, Özdemir Erdoğan, Fikret Kızılok gibi sanatçıların şarkılarını yayına verdim.

İkinci anım yine Marmaris’ten…

Bir İngiliz çift resepsiyonist ile konuşuyor. Ve ön bürodan Turkish Bar tavsiyesi istiyor. Bizim görevli de limanda, barlar sokağında ne kadar bar varsa sayıyor ve misafir devamlı olarak “No…No..!” diyerek itiraz ediyor. Hemen devreye girdim. Konuyu anladım. Misafir esasında Türk barı istiyor. Yani bizim meyhane kültürümüzü merak etmiş. Dolayısı ile ön büronun verdiği tüm Amerikan bar isimlerine itiraz ediyor.

Akdeniz çanağındaki en muhteşem tesisler bizde. Ama…

Şimdi dönelim günümüze…

Sahillerimiz harika tesisler ile dolu… Hatta iddia ederim, özellikle Akdeniz çanağındaki en muhteşem ve yeni tesisler hep bizde. Ama neredeyse hepsi modern mimari özelliklerinde. Çağdaş… Oysa benzerleri dünyanın her yerinde var. Akıl edemedik. Mesela Kundu’da Kremlin Palace var. Temalı hotel. Ve teması Kremlin Sarayı. Misafirlerin çoğu Rus. Ama otel Türkiye’de!

Mardan ilk açıldığında sanırım Ahmet İllez ilk müdürü idi. Ben de Kayıtur/GTI’nin kontrat müdürü idim. Beni davet etti. Tesisi gezdirdi. Bayıldım. Odalar Türk ezgili. Devasa havuz, İstanbul Boğazı’nı anımsatıyor. Hatta Kız Kulesi bile var. Beni bir yemek salonuna aldı. Yemek yiyeceğiz. Salonun ambiyansına bayıldım. Tavanlar kubbeli… Servis elemanları yeniçeri kostümlü. Ahmet Bey’e müzik yok mu diye sordum. “Var tabii, pardon” dedi. Ve müzik verilmesini emretti. Ve müzik geldi… Richard Clayderman… Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bakın her şey mükemmel. Empati yapıp yabancı misafir gözüyle baktığımda tam bir ülke kültürü. Ama müzik, Alman. Misafir de Alman. Otantik bir enstrümantal bir klasik Türk müziği olamaz mı? Bir sufi müzik olamaz mı? Değişen bir şey var mı, yok.

Tamam beş yıldızlı oteller için bu mutfaklar birer prestijdir, kabul!

Gidin en muhteşem beş yıldızlılara. Hepsinin butik hizmetlerinde Meksika, Çin, İtalyan, Rus mutfağı var. Harika tabii. Ama sadece bizim için. Tamam beş yıldızlı şehir otelleri için bu mutfaklar birer prestijdir, kabul. Ama Akdeniz, Ege sahilleri birer tatil lokasyonu. Yahu bu misafirler zaten yabancı. Üstelik hepsi dünyanın her tarafına gidip bu mutfaklardan faydalanmışlar. Ama adam bu sene Türkiye’yi tercih etmiş. Bizi tanımak istiyor. Bizi seviyor. Bizim kültürümüze hayran. Bizim ev yemeklerimizi merak ediyor. Aynı bizim meyhane kültürümüzü görmek isteyenler gibi. Ama yok. Oteller modern, personel saçları jöleli, paçalar dar ve kısa ve ayakta çorap giymeyen abuk, çakma modern tipler. Ülkelerinin farkında değiller ki. Misafirin niçin geldiğini düşünmüyorlar ki… Çünkü kendilerini Türk değil, Batılı görüyorlar. Ha, bir de bu ülke mutfaklarının çoğunda hep Adanalı şefler var. Komik değil mi?

Sevgili dostlar! Çin mutfağı isteyenler ve sair mutfaklara düşkün olanlar zaten o ülkelere gider. Bakın, Güney Anadolu’muzda, Karadeniz’de, Mardin Midyat’ta, Hatay’da, Trakya’mızda, Edirne’de, Ege’de inanılmaz mutfak kültürümüz var. Ne olur buralardan özel şefler getirerek bu mutfak zenginliğimizi, gastronomi kültürümüzü, özel baharatlarımızı, soslarımızı tanıtsak güzel olmaz mı? Üstelik bunları ekstra yapıp kar edersiniz, büfe maliyetiniz de o kadar düşer. Bizde bir laf vardır bilirsiniz: “Tadı damağımda kaldı”. İşte turizmin finali bu! Unutulmaz… Bir daha gelirler… Bir daha… Bir daha…

#haditonaroğlu #gastronomibeceriksizliğimiz #gastronomi #gastronomiturizmi #türkmutfağı #türkgastronomisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir